29 Kasım 2012 Perşembe



Bu Ülkede Tek Sorun Hainliktir Efendiler

“Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir.” (Atatürk)

Türk tarihine bakıldığına görülecektir ki devlet güçlüyse hainler sesini çıkaramamış, devlet güçsüzleştiği zaman ise her türlü entrikayla emellerine ulaşmaya çalışmışlardır. Bu hainler geçmişte vardı, günümüzde var, gelecekte de var olacaktır. Bazen bir kişinin ihanet ettiği görüldüğü gibi bazen de bir grubun, zümrenin ihanet ettiği görülmektedir. İhanetin sadece iktidarı elinde bulunduranlar tarafından değil diğer güç odaklarının da ihanet tuzağına düştüğü görülmüştür.

Bu Ülkede Tek Sorun Hainliktir Efendiler

            Geçmişten günümüze kadar kurulan Türk devletleri dış güçler tarafından değil iç çekişmelerle zayıflayarak yıkılmıştır. Ve ne acıdır ki bu gerçek milletimiz tarafından bilinmekte ama hiçbir ders alınmamaktadır. Bu ülkenin kültürüyle yoğrulmuş kişiler yönetim kademelerine getirilmelidir. Çünkü yaşadığı ülkenin kültürünü benimsemeyen, aşağılayan ve hor gören kişiler o ülkeye sadece zarar verir.  Dolayısıyla diline, dinine, tarihine küfreden bir kişi asla hiçbir yönetim kademesine getirilmemelidir. Bir insan bireysel hata yapabilir ve o hatası ancak kendisini ve çevresini etkiler. Ama bir yöneticinin yaptığı hata tüm toplumu ve o toplumun geleceğini etkiler. O yüzden yöneticiler kültür süzgecinden geçirilerek seçilmelidir.

Bu Ülkede Tek Sorun Hainliktir Efendiler

            Asker, istihbaratçı, gazeteci, yazar, doktor, öğretmen, sanatçı, ekonomist, bilim adamı, siyasetçi gibi tüm sınıflardan hainler çıkabilir. Stratejik güvenlikle ilgili meseleleri sızdırmak bir asker için, ülke için önemli gizli bilgi ve belgeleri yabancı unsurlara satmak bir istihbaratçı için, ülke menfaatine olmayan yazıları yazmak, teşhir etmek bir gazeteci için, milleti ayrıştıracak nifak tohumları ekmek bir yazar için, ülkenin gen haritasını yabancı odaklara servis etmek bir doktor için, körpe dimağlara ayrılıkçı fikirleri aşılamak bir öğretmen için, kültürü yozlaştıracak projelerde yer almak bir sanatçı için, ülkenin ekonomik yönden batması için çalışmak bir ekonomist için, düşman ülkelerin emellerine hizmet etmek bir bilim adamı için, ülkenin geleceğini etkileyebilecek konularda yanlış söz ve eylemlerde bulunmak bir siyasetçi için ihanettir.

Bu Ülkede Tek Sorun Hainliktir Efendiler

            Sizin için birisi kendi ülkesine ihanet ediyorsa biliniz ki bir gün size de ihanet edecektir. İhanetle kol kola gezenler kendilerinin de bir gün ihanete uğrayacaklarını hesap etmeleri gerekir. Ülke için çalışan değerli kişiler bir gün aldatıldıklarından emin olurlarsa derhal o yanlışlarından dönmeleri ve hatalarını telafi etmeleri gerekir. Yoksa hainle aynı kefede değerlendirileceklerdir.

Bu Ülkede Tek Sorun Hainliktir Efendiler

            Türk bayrağı bizim bağımsızlığımızın simgesidir. İstiklal Marşı bizim milli marşımızdır. Türkçe Türkiye’nin resmi dilidir. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusudur. Türkiye bizim ana yurdumuzdur. Türk kültürü bu ülkenin mayasıdır. Türk bayrağı, İstiklal Marşı, Türkçe, Atatürk, Türkiye ve Türk kültürü bizi biz yapan değerlerdir. Bu değerlere küfredenler bizim gözümüzde haindir. Çünkü bu ülke bu değerlerle vardır. Düşman her zaman düşmanlığını yapacaktır. Ancak bizim ekmeğimizi yiyip bize düşman olanlar işte onlar hainlerdir.

Bu Ülkede Tek Sorun Hainliktir Efendiler

1821’de Mora’da yapılan insanlık dışı vahşeti, Doğu Türkistan’da yapılan mezalimi, Keşmir’de yapılan katliamları, 1963’te Rumların Kıbrıs Türküne yaptığı kıyımları, 1970’li yılarda Ermeni Terör Örgütü Asala’nın Türk diplomatlarını katletmelerini, 1992 yılında Hocalı kasabasında Ermenilerin yaptığı soykırımı, 1992’de Bosna’da Sırpların  yaptığı Srebrenitza Soykırımını görmeyerek 1. Dünya Savaşı’da ihanet eden Ermenileri göçe sevk eden Osmanlı’yı soykırım yapmakla suçlayanlar hainlerdir.         

Bu Ülkede Tek Sorun Hainliktir Efendiler

Yıl 2012. Dünyanın değişik bölgelerinde soykırıma tabi tutulan, insanlık dışı vahşete ve zulme uğrayanlar nedense hep Müslümanlar. Yeni dünya düzenini kuran güçlerin demokrasi  safsatalarıyla halkları sömürü düzeninin bir parçası haline getirdiklerini görmeyenler ya da görmek istemeyenler ne büyük bir gaflet ve delâlet içinde olduklarını bilmiyorlar. Müslüman ne kendisine ne de bir başkasına zulüm yapılmasına seyirci kalmaz, kalamaz. Nerede bir haksızlık varsa bunu eliyle düzeltmeli, eliyle düzeltemiyorsa diliyle söylemeli, diliyle söyleyemiyorsa kalbiyle buğz etmelidir. Bilinmelidir ki bu imanın en zayıf halidir. Büyük İsrail’e giden yolun yapı taşlarını döşemek için Filistin’de kadın, yaşlı, çoluk-çocuk demeden öldüren İsrail’e sesini çıkarmayanlar, Irak’ta insanların ölümünü izleyenler, Suriye’de insanlar birbirlerini öldürürken iştahla seyredenler, Myanmar’da yapılan zulme seyirci kalanlar, Afganistan’da, Çeçenistan’da zulme alkış tutanlar hainlerdir.

Bu Ülkede Tek Sorun Hainliktir Efendiler

Osmanlı’nın parçalanmasıyla son vatan toprağı Anadolu’ya hapsolan Türk insanını bu topraklardan kovmanın derdinde olanlar var. Dışarıdan bunu yapamayanlar toplumu ayrıştıracak projeler üreterek içeriden yıkmaya çalışmaktadırlar. Maalesef aramızda bilerek veya bilmeyerek bu oyuna gelen birçok insan var. Bu oyunların en başında terör olayı gelmektedir. Ben bunlara terörist demiyorum. Bunlar olsa olsa hain olur. Terör Türkiye’nin bir bölgesinin sorunu değil topyekûn milletin sorunudur. Bu belayı defedecek de bu millettir. Eğer bu ülkede yaşayan insanlar ortak bir kültür içerisinde bir arada yaşama ülküsüne sahip olurlarsa terör değil hiçbir belâ bu milleti sarsamaz.

Bu Ülkede Tek Sorun Hainliktir Efendiler

Bu ülke kolay kazanılmadı. Şehitlerin kanlarıyla sulandı bu topraklar. Bu ülkenin tek karışında gözü olanlar şunu iyi bilmelidir ki Türk son sözü söylediği zaman karşısında kimse duramaz. Suskunluğu fırtına öncesi sessizliğindendir. Şuna inancım tamdır ki bu millet tarihte bir çok badirelerle karşılaşmış ve hepsini aşmayı bilmiştir. Vatan toprakları içerisinde yaşayıp bu ülkeye ihanet edenler en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Hapishanelerin namuslu insanların değil ahlâksızların, kahramanların değil vatan hainlerinin doldurduğu bir ülke istiyoruz. Bu da ancak ve ancak adaletle mümkündür. Adalet terazisi haktan yana olmalı ve hiçbir zaman şaşmamalıdır. Hak, hukuk ve adaletin olmadığı bir yerde huzur olmaz. Gelecek nesillere güçlü bir ülke bırakmak için hainlerin temizlenmesi gerekmektedir.


  

30 Eylül 2012 Pazar


Gelecek Yüzyıl

İnsan için geçmiş önemlidir ama gelecek daha önemlidir. Geçmiş ve gelecek arasında sağlam köprüler kurarak sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal tecrübeler geleceğe aktarılmalıdır. Ancak geçmişte yaşamakla geçmişten ders alarak geleceği hazırlamanın çok farklı şeyler olduğunu bilmeliyiz.

 Gelecek odaklı politikaların hayata geçirilmesi her zaman öncelikli konular arasında yer almalıdır. Çünkü geçmiş artık geçmiştir. Biz ancak gelecekte olabilecek olaylarda söz sahibi olabiliriz. Geçmişin peşinde sürüklenmek ne kişiye ne de topluma bir şey kazandırmaz. Öyleyse yönümüz geleceğe dönük olmalı ve gelecekte çıkabilecek olaylara hazırlıklı olmalıyız. Geleceği okumanın kolay bir şey olmadığının bilincindeyiz. Ancak olaylara akıl ve gönül gözüyle bakmak belki geleceği görmemize yardımcı olacaktır.

Gelecekte olabileceklere her zaman hazırlıklı olmalıyız. Birden çok planımızın olması işimizi her zaman kolaylaştıracaktır. Eğer çağın şartlarına uygun esnek ve alternatif planlarınız yoksa geleceği yönetmede söz sahibi olamazsınız.

Tüm alanlarda hızlı ve kararlı politikaların hayata geçirilmesi toplumun geleceği için önem arz etmektedir. Dünyada sosyal düzeni bozmaya çalışan unsurları ortadan kaldırmanın yolu hızlı olmakla mümkündür. Yeni yüzyıl hız çağı olacaktır. Yeterince hızlı değilseniz kaybetmeye mahkumsunuz demektir. Acaba insanoğlunun bu baş döndürücü hızı sonun başlangıcı mı?

Merkezi yapılanmaların işe yaramadığını ve katılımcı yönetim anlayışının benimsenmesi gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Piramit şeklindeki yapılanmaların 21. yüzyılda değişerek daha düz yapılanmalara dönüşeceğini öngörmekteyiz. Yetkilerin tek elde toplandığı yönetim şeklinin değil yetkinin astlarla paylaşıldığı yönetim modellerine geçilmesi çağımıza daha uygun olacaktır.

21. yüzyıl kişinin her şeyi imkânlarıyla çözebileceği bir zaman olmayacaktır. Uzmanlık alanları olabildiği kadarıyla alt dallara ayrılarak çeşitlenecektir. Yönetim sisteminizi uzmanlık alanlarına göre yeniden dizayn etmeniz sistemizi rahatlatacaktır.

Dünya küresel bir köye dönerken siz de bu köyde yerinizi almaya bakın. Coğrafi sınırlar içinde hapsolduysanız dünya ile rekabet şansınızı yitirmişsiniz demektir. Sanal iletişim ağlarınızı geliştirerek yeni dünyaya yelken açmalısınız. Ya yeni modelde aktör olur kendi oyununuzu oynarsınız ya da başka oyunlarda figüran olursunuz. İçe değil dışa açık bir politikayı hayata geçirmelisiniz.

Dünya küreselleşirken bizim olanları da alıp gideceğini düşünerek karşı çıktık. Kültürümüzün yok olacağını ve yabancı unsurların bizi yok edeceği hezeyanına kapıldık. Yerel ve küresel olan her zaman birbirinin değirmenine su taşıyan iki kanaldır. Yerel olmadan küreselin, küresel olmadan yerelin bir anlamının olmayacağını görmemiz gerekir. Her yerel unsurun iyi olmadığı gibi her küreselin de kötü olmadığını bilmemiz gerekmektedir. Kültürünüzü dünyaya tanıtacak bir araçtır küreselleşme. Dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan insanların kendi yaşam tarzlarını insanlara tanıtmaları her zaman olumlu bir iz bırakır. Ön yargılar bilgisizlikten ileri gelir. Öyleyse dünyadaki kültür zenginliğini gün yüzüne çıkaracak projeler geliştirmeliyiz.

Yeniçağ bilgi çağı olacağına göre bilgiye yatırım yapmak her zaman akıllıca bir seçim olacaktır. Bilim ve teknolojiyi hayatın her alanına yaymak ve onunla yaşamayı öğrenmek toplumun geleceği için önem arz etmektedir. Her ile bir “Bilim ve Teknoloji Merkezi” kurmak önceliklerimiz arasında olmalıdır.

Akıllı sistemler hayatın her alanına hakim olacaktır. Bu sistemler günümüz bilgisayar teknolojisinden çok farklı bir boyutta olacaktır. Bilgiyi elinde bulunduran, bilgiyi yorumlayan ülkeler gelecekte söz sahibi olacaktır. Bilgiye sahip olmanız size fırsatlar sunduğu gibi tehditleri de içinde barındırmaktadır. Tehditleri yok edecek güvenlik sistemlerinizi kurmanız gerekmektedir. Aksi halde başınız belaya girebilir.

Klasik öğrenme yöntemleri devam etmekle birlikte sanal öğrenme yöntemleri hayatımızı etkileyen önemli araçlardan birisi olacaktır. Uzaktan eğitim sistemleri gibi ilerde uzaktan tedavi sistemlerinin hayatımıza girmesini bekleyebiliriz. Genetik biliminde akıl almaz gelişmelerin yaşanması olasıdır. Uzay teknolojilerinde yaşanacak gelişmeler ise insan zekasının sınırlarını zorlayacak düzeyde olacaktır. Dünya dışında yaşam alanlarının oluşturulması için çalışmalar yapılacağını ancak yaşam alanlarının bu yüzyılda gerçekleşeceğini öngörmüyoruz.

Toplumun temeli aile olduğuna göre aile bağlarını güçlendirecek çalışmalar yapılmalıdır. Kimlik, değer ve aidiyet duygusu taşıyan ailelerin olması sağlıklı bir toplum için gereklidir. Ülke nüfusunun her zaman genç olması ülkenin geleceği için hayati öneme sahiptir. Öyleyse çocuk sayısını artıracak politikalar geliştirilmelidir.

İnsan ihtiyaçları sınırsız, kaynaklar sınırlı olduğuna göre dünyadaki kaynaklar da ölçülü kullanılmalı, yenilenebilir sistemler yaygınlaştırılmalıdır. Özellikle su kaynakları koruma altına alınmalıdır. Sağlıklı su bulmak git gide zorlaşacak ve arıtma sistemleri yaygınlaşacaktır.

Dünyada amaçsız, hedefsiz bir yaşam sürmek kişinin ve toplumun uçuruma sürüklenmesine neden olacaktır. İnsan dünyaya bir amaç üzere gönderilmiştir. Öyleyse amaçsız bir yaşamın bizi götüreceği yer bellidir. Sağlıklı bir toplumun ön şartı hayatın anlamını bilmek ve ona göre yaşamaktır.

Liderlik yeni yönetim anlayışlarından birisidir. Lider gücünü yetkilerinden değil insanların güveninden alır. Cezalandırmanın öfke ve şiddete neden olduğunu dinamik bir vizyon çizerek motive etmenin insanlardaki enerji açığa çıkararak ilerlemeyi sağlayacağını görmeliyiz.

İyi bir gelecek için sürdürülebilir politikaların hayata geçirilmesi gerekmektedir. Kısa vadeli politikaların işe yaramadığı uzun vadeli stratejik planların hayata geçirilmesinin geleceğin inşasında daha önemli olduğu görülmelidir.

Kurum ve kuruluşların, sivil toplum örgütlerin sosyal sorumluluk projelerinde yer alarak toplumun gelişmesine katkı koyması sağlıklı bir toplumun en önemli özelliğidir. Öyleyse her kurumun, her sivil toplum örgütünün en az bir sosyal sorumluk projesinde yer alması için kampanyalar düzenlenmelidir. Bu ve benzeri uygulamalara dönük politikalar oluşturulmalıdır.

Yönetim mekanizması şeffaflık ilkelerine göre düzenlenmelidir. Kararlarınız ve uygulamalarınız halk tarafından görülebilir hale getirilmelidir. Kapalı kapılar ardında dönen dümenlerin hiçbir kimseye yarar sağlamadığı ve benim adamım anlayışıyla işe alınan insanların topluma hiçbir şey veremeyecekleri görülmelidir. Öyleyse liyakatli insanlarla yola devam etmelisiniz.

Yeni yüzyılda fırsatlar ve tehditler yan yana olacaktır. Tehditleri doğru algılayarak gereken önlemler alınmalıdır. Fırsatları da iyi değerlendirerek olabilecekleri düşünüp geleceğe dair planlar yapmanız gerekmektedir. Çünkü siz geleceğe hükmetmezseniz, gelecek size hükmedecektir.

İnsanlık tarihine bakıldığında savaşların her zaman yaşandığını ve gelecekte de yaşanabileceğini öngörmekteyiz. Güvenlik sistemlerinizi yeni yüzyılın şartlarına uyarlamanız ülkenizi stratejik açıdan her türlü tehlikeye karşı koruyacaktır.

 İnsan nasıl tek başına yaşayamazsa ülkeler de tek başına yaşayamazlar. Yeni yüzyılda yeni ortaklarla yola devam etmelisiniz.  Dünyada süper güç olmak isteyen ülkeler öncelikle ekonomik, sosyal, kültürel, teknolojik, siyasal, stratejik ve entelektüel derinliğe sahip olması gerekir.

Yeni yüzyıl her açıdan yeni olacaktır…



16 Eylül 2012 Pazar

Arıyorum


Asya kıt’asında yaşayan Türk soyundan bütün toplulukları kendi idaresinde tek bayrak altında toplayarak sınırlarını 18 milyon km2’ ye çıkaran, okunu ne yöne döndürse tüm askerlerinin de oklarını aynı yöne çevirten, Moğol asıllı Tunghuların toprak isteğine karşı çorak bir toprak parçasının Tunghulara verilmesini isteyenlere, "Toprak devletin temeli ve köküdür. Biz burasını onlara nasıl verebiliriz, nasıl hediye edebiliriz?" diyerek sert bir cevap veren Türk askerî dehası lider Metehan’ı arıyorum.

            40 yiğidiyle Çin sarayını basıp yiğitçe savaşarak uçmağa varan ve bağımsızlığın Türk’ün karakteri olduğunu tüm dünyaya gösteren yiğit Kürşat’ı arıyorum.
                                                               
            27 bin askeriyle Bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden birinin huzuruna gelip telaşla “300 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor” dediği zaman  hiç önemsemeyerek “ Biz de onlara yaklaşıyoruz.” diyen Sultan Alparslan’ı arıyorum.

            21  yaşında gemileri karadan yüzdürerek İstanbul’u fetheden eşsiz lider Fatih Sultan Mehmet’i arıyorum.

            Devletin sınırlarını üç kıtaya genişleterek dünyaya Türk’ün altın mührünü vuran Kanuni Sultan Süleyman’ı arıyorum.

Conkbayırı’nda “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçen zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar geçebilir” emrini veren, “Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir ben milletimin en büyük ve ecdadımın en kıymetli mirası olan istiklâl aşkı ile dolu bir adamım” diyen büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ü arıyorum.

Vatanın bağımsızlığı ve hürriyet aşkı için Türkleri tek bayrak altında buluşturacak Metehanlar arıyorum, Türk ihtilalini başarıya ulaştıracak yiğit Kürşatlar arıyorum, Anadolu’yu yeniden fethedecek Alparslanlar arıyorum, yeni bir çağ açacak Fatihler arıyorum, üç kıtaya hakim olacak Kanuniler arıyorum, Türkün şanlı tarihini yeniden yazacak istiklâl âşığı  Mustafa Kemaller arıyorum.


13 Haziran 2012 Çarşamba

Şiddet


“Şiddet, güç ve baskı uygulayarak insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan bireysel veya toplu hareketlerin tümüdür.” (1) Demek ki şiddet ne sadece bireyle ilgili ne de sadece toplumla ilgilidir. Şiddet hayatımızın bir parçası olduğuna göre onunla nasıl baş etmeli onu nasıl yönetmeliyiz? Mevcut uygulamalar şiddet olgusuyla baş etme üzerine kurulu olduğu için çözüm noktasında aciz kalınmaktadır. Şiddet ancak yönetildiği zaman çözülebilecek bir olgudur. Burada toplum hareketlerini sosyoloji biliminin verilerinden, bireysel davranışları da psikoloji biliminin verilerinden yararlanmak suretiyle yönetebiliriz. Gelecek odaklı şiddet yönetiminde olay olmadan önce önlemlerin alınması zorunluluğu vardır. Tabi bu sadece önlem almakla çözümlenebilecek bir sorun değildir. Bütün kültürel, sosyal, ekonomik, siyasi ve askeri yönden incelenmesi gereken bir konudur. Üstelik bu konunun sadece ulusal boyutu da yoktur. Küresel ölçekte incelenmesi gereken boyutları da vardır.

Şiddet hem toplumsal hem de yasal yönden suç olarak görülmelidir. Toplum davranışı şiddet olarak görmüyorsa yasal olarak suç saymanızın bir anlamı olmaz. Yasaların suç saymadığı bir davranışı toplum suç olarak görüyorsa burada da sorun çözümsüz kalır. Yasaların toplum gerçekliğiyle örtüşmesi  gerekmektedir. Mevcut yasalarımızın milletimizin gerçekleriyle örtüştüğünü söyleyemeyiz.

      Ülkemizdeki kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri sosyal sorumluluk projelerinde şiddeti ve özellikle aile içi şiddeti konu edinmelidir. Çünkü “Dünya üzerinde her ırk ve ülkeden dört aileden birinde aile içi şiddet görülür. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunun yaptırdığı bir araştırma sonucuna göre ülkemizde ailelerin %34'ünde fiziksel şiddet, %53'ünde sözlü şiddet uygulanmakta ve ev içi şiddet yoğun olarak yaşanmaktadır. (2) Toplumun en küçük çekirdeği aile olduğuna göre işe aileden başlamakta yarar vardır. Öncelikle aile modern toplumlarda anne, baba ve çocuklardan oluşmaktadır. Geleneksel geniş aile tipinden –dede ve torunların olduğu- vazgeçilmelidir. Baba oğluyla aynı evi değil yakınındaki evde ya da karşısındaki dairede durmalıdır. Çünkü ailedeki huzursuzlukların büyük kısmı eşlerin aile bireylerinin aile içine karışmasıyla ilişkiler bozulmaktadır. Bizdeki “Çocuk, ölene kadar benim çocuğumdur” anlayışından vazgeçilerek ona yetişkin muamelesi yapılmalı ve kararlarının kendisinin almasına izin verilmelidir.  Rızaları olmadan evlendirilen kızların büyük bir kısmının mutlu  olmadığı ve bu ailelerde daha çok şiddetli geçimsizlik yüzünden boşanmaların görüldüğü bilinmektedir.

            Sokaklarımızda güvenle yürüyebiliyor muyuz? Bence hayır. Sokaklarımız vahşi hayatı andırmaktadır. Güçlünün güçsüzü ezdiği, mazlum insanların acizlikten isyan ettikleri bir yaşam alanına dönüşmüş durumundadır. Can güvenliğinin olmadığı bir ülkede kim yaşamak ister. O yüzden güvenli yaşam alanları oluşturmalıyız. Kentsel dönüşüm projeleri şehirleri daha güvenli hale getirecektir.  Kentlerin varoşlarında yaşayan insanların şiddete daha meyilli oldukları görülmektedir. Dolayısıyla bu alanların dönüştürülmesinin sokaklardaki şiddetin azaltılmasına katkı sağlayacağını düşünüyorum. Sokakları güvenli hale getirmek için spordaki şiddet terörüne de dikkat çekmek gerekir. İnsanlar normal zamanlarda yapamadıkları davranışları kitle psikolojisiyle spor alanlarında özgürce yapabilmekte küfür, kavga ile muhataplarına ve çevreye zarar vermektedir. Bu durum toplumumuzdaki şiddet algısını  olumsuz etkilemektedir. Sadece cezalarla bu durumun çözülemeyeceği toplumsal bir hoşgörüyü topluma yayarak sorunun çözülebileceğini düşünüyorum.
           
            Yazılı ve görsel medyadaki haberlerin sunuluş biçimi şiddete davetiye çıkarmaktadır. Gazetelerde boy boy  şiddet fotoğrafları yayınlanmakta, televizyonda şiddet sahneleri dakikalarca insanların beyinlerine kazınmaktadır. Elbetteki haber değeri taşıyanlar sunulmalı ancak bin bir yaygarayla  sunulan şiddet haberleri işi daha da çıkmaza sokmaktadır. Yasal merciler denetimlerini yaparken şiddet haberlerinin sunuluş biçimlerine de dikkat etmelidir.  Bu konu basın özgürlüğüyle açıklanabilecek bir konu değildir. Basın özgürlüğü size her şeyi yapabilme olanağı vermiyor aksine toplumun  temel değerleri ölçüsünde yayın yapma sorumluluğu veriyor. Televizyonda ve sanal ortamdaki şiddet içerikli oyun ve yayınlar körpe dimağlara onarılmaz yaralar açmaktadır. Maalesef iyi bir bilgisayar okur yazarı olmadığımız için internet üzerinden gelebilecek zararlı içerikleri de engelleyemiyoruz. Güvenli internete geçerek bu işi çözebilirsiniz. Televizyondaki çizgi film kanallarını izleyip zararlı içeriklere sahip olanları programlardan silmelisiniz. Bu arada TRT Çocuk kanalının kültürel değerlerimizi ön plana çıkaran yayınlarını da takip ediyor ve bu yayınların arttırılmasını bekliyoruz. Keloğlan, Dede Korkut Hikâyeleri, Ömer Seyfettin Hikâyeleri, Küçük Hezarfen, Pepe gibi çizgi karakterlerin kültürel değerlerimizi yansıtması açısından önemli bir görevi üstlendiğini ifade etmek istiyorum. Çocuklarımızın izlediği çizgi filmleri beraber izleyerek şiddete eğiliminin olup olmadığını test edebiliriz. Ve şiddet sahnelerindeki yanlışları göstererek doğru davranışla yer değiştirmeliyiz.

Kamu kurum ve kuruluş niteliği taşıyan kurumlarda ve her türlü sivil toplum örgütlerinde  şiddetin ne olduğu ve örgüt içerisinde bu şiddet unsurunun nasıl çözülmesi gerektiği noktasında herhangi bir uygulamanın olduğu –gerçek anlamda- görülmemektedir. Öncelikle örgütlerin şiddetle ilgili stratejik planları olmalı ve bu planlar hayata geçirilmelidir. İş yerinde uygulanan ruhsal ve duygusal baskı sonucunda şiddetin en kötüsü yaşanabilir. Dolayısıyla sadece fiziksel şiddet değil ruhsal ve duygusal şiddetin de önlenmesi gerekmektedir.

Topluma yön veren eğitim kurumlarımız olduğu için okul sıralarında öğrenilen şiddet çocuğun hayatı boyunca aynı kalıplar arasında kalmasına neden olmaktadır. Genellikle çocuğun yaptığı şiddet içerikli davranış affedilmekte ve bu durum da çocuğun o davranışını sürdürmesine neden olmaktadır. Çocuk ailesinden getirdiği şiddet eğilimlerini hayatının her alanına yansıtmaktadır. Okul sosyal yaşam alanı olduğuna göre sosyal kuralların burada da uygulanması elzemdir.

Siyasal alandaki şiddet hareketleri hiçbir kimse tarafından sorgulanmamaktadır. Toplumu yönetme iddiasındaki güçlerin davranışları dokunulmazlık zırhıyla  koruma altına alınmıştır. Onların söyledikleri sözlerin ve ortaya koydukları eylemlerin hesabı sorulmamaktadır. Dünyada bir çok mecliste milletvekilleri kavga etmekte hiçbir beis görmemektedir. Siyasilerin ortaya koydukları olumsuz söz ve davranışlar ibret vericidir. Toplum siyasi liderleri izlediği için liderlerin sözlerine çok dikkat etmeleri ve halkı kin ve düşmanlığa sevk edecek fikir ve eylemlerden uzak durmaları gerekmektedir. Saygı ve hoşgörü çerçevesinde hareket edilmesi toplumsal barışa katkı sağlayacaktır.
           
Şiddetin türü ne olursa olsun her çeşidine karşı olmalıyız. Toplumumuzda söz içerikli şiddet ögelerini pek önemsemeyiz. Bir çocuk küfür ettiği zaman onun bu olumsuz davranışını düzeltecek hiçbir şey yapmadığımız gibi onun o davranışını daha fazla yapması noktasında cesaretlendiriyoruz. Çocuklar çok akıllıdır dolayısıyla o davranışın yanlış olduğu çocuğa öğretilmelidir. Toplumda “Çocuk büyünce öğrenir” düşüncesi hakimdir.  Şiddet eğitimi ana rahminde başlayıp ölene kadar geçen bir süreci kapsamalıdır.  Sözlü şiddete bir tepki gelmeyince çocuk fiziksel şiddete başvurmakta hiçbir beis görmemektedir. Çocukları dövüştürüp de kenarda onları zevkle izleyen büyüklerimizi çok gördük. Şiddet bir zevk aracı olmaktan çıkarılmalıdır. İnsan hemcinsine  ya da karşı cinse duygusal yönden şiddet uygulayabilmektedir. Toplum tarafından pek önemsenmez ancak bu şiddet türünün sonuçları vahim olur. Yıllarca kocası ya da karısı tarafından duygusal şiddete uğrayan eş bir anda patlayabilmekte ve sevdiklerine zarar verebilmektedir. Her türlü yasak zihniyet toplum içerisinde ilişkileri sınırlayan şiddete neden olmaktadır. Kapalı toplumların özelliği olsa gerek  konuşamadığımız ve yazamadığımız cinsel şiddet hiç de yabana atılamayacak derecede önem arz etmektedir. Cinsel işlev bozukluklarını şiddete başvurarak çözmeye çalışan insanlarımızı doğru yönlendirme ile modern tıbbın imkânlarından yararlanmaları sağlanabilir. Ve tedavi sonucunda şiddete başvurma oranında azalmalar olabilir. Ekonomik sıkıntıların insanları şiddete ittiği bir gerçektir. Dünyada gelişmiş, az gelişmiş ve gelişmemiş devletlere bakıldığında en fazla şiddetin gelişmemiş ülkelerde olduğu görülecektir. Dünyada bulunan kaynakların adil dağıtılması insanlardaki şiddeti azaltacaktır. Afrika’daki insanlar açlıkta ölürken dünyanın değişik bölgelerindeki insanlar  zevk ve sefa içerisinde yaşamaktadırlar. İnsanların gelir seviyelerinin artması ile şiddetin azalması arasında doğru bir orantı vardır.

Şiddetin nedenleri üzerinde yeterince durulmadığından doğru bir teşhis konulamamaktadır. Erkek egemen toplumlarda patolojik sorunlar, kendini kaybetme  ve uyuşturucu ve alkol kullanımı biyolojik nedenlerle ortaya çıkan şiddete örnektir. Çocuk aile içinde ve sosyal yaşamda şiddeti öğrenmektedir. Şiddetin bir öğretme tekniği ve terbiye etme aracı olarak görülmesi çocuğun yetişkin olduğu zaman bu tekniği kullanmasına neden olmaktadır. Birtakım toplumsal nedenlerin şiddete eğilimi artırdığı görülmektedir. Toplumda şiddetin hoş görülmesi ve paylaşılan bir değer olması, cinsiyet rolleri ve yaşam sıkıntıları şiddeti tetiklemektedir. İnsanların şiddet sonucunda elde ettikleri kazanç, güç ve kontrol sağlamaları, şiddete uğrayan kişinin özellikle ekonomik açıdan şiddet uygulayana bağımlı olması, ailenin varlığın sürdürme isteği ve hiçbir kimsenin aile içi meseleye müdahale etmek istemeyişi problemin daha da büyümesine neden olmaktadır. İletişim ve çatışma çözme becerisine sahip olmayan bireyler sorunları şiddete başvurarak çözmeye çalışmaktadırlar.

Şiddete başvurmadan çatışmayı çözmek mümkün müdür? Elbetteki birtakım yöntemleri   kullanmak şiddeti azaltacaktır.  Duygularımızı öfkeye dönüşmeden ifade etmeliyiz. “Bir sorunun olduğu zaman bunu benimle paylaşman hoşuma gidiyor” gibi cümleler etkili olabilir. Olumsuz bir durumla karşılaşıldığında nabzımız artar daha hızlı nefes alıp veririz. Önce bedenimizi kontrol altına alıp sonra şiddete  başvurmadan bu durumun üstesinden gelebileceğimizi kendi kendimize telkin edebiliriz. Durumu sakinlikle atlattıktan sonra kendimizi takdir etmeliyiz. Çünkü övgüler her zaman işe yarar. Hayatta öyle olaylar olur ki kızmamak elde değildir. Öyleyse bu duyguyu kontrol altına alırsak zararlarını asgariye indirebiliriz. Bir olay olduğu zaman o anda konuşmak çok kere yıkıcı olabiliyor ancak daha sonra konuşulduğu zaman daha olumlu atmosfer oluşabiliyor. Kişi “Evi erkek geçindirir” düşüncesine sahip ise kadın da çalışmak istiyorsa kişi düşüncesini “Eve herkes katkıda bulunabilir” ile yer değiştirirse sorun çözülür. İyi bir problem çözücü daha sosyal, daha sakin ve daha temkinlidir. Belli aşamaları takip ederek çözüme odaklanır. Bu da düşünmeden, ani sonuçlara gitmeyi engellemiş olur. Şiddetten sonra özür dilenirse her şey unutulur tezi gibi yanlış inanışlar vardır. Önemli olan  şiddetin olmaması, olduktan sonra olayın unutulması çok zor ve yaraların sarılması çok zaman alabilmektedir.
           
Toplumda şiddet varsa birtakım haklarınızın olduğunu bilmelisiniz. Aile içinde şiddet gören kişiler yasalar tarafından korunmaktadır. Şiddete uğrayanlar, kendi güçlerini fark ettiklerinde toplumda ve çevrelerinde var olan kaynaklardan destek alabilirler. 14 Ocak 1998 yılında kabul edilen 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun; aile üyelerine ailenin diğer bir üyesi tarafından şiddet uygulanması halinde bir takım özel tedbirler alınmasını içerir. Bazen can güvenliğinin olmadığı durumlarda 155 Polis İmdat hattını arayabilirsiniz. Evliliğinizi sürdürmek istiyorsanız kendinizi koruyacak tedbirleri almanız acil bir durumda sığınabileceğiniz bir yakınınızın olması önemlidir. Eşinizden ayrılmayı düşünüyorsanız eşinizin geçici bir süreliğine evden uzaklaşmasını sağlamalısınız. Ve bu sürede sağlıklı bir karar verebilirsiniz. Eşinizle ayrıldıysanız güvenliğinize dikkat etmelisiniz. Şiddetten en fazla etkilenenler çocuklardır. Dolayısıyla onlar da şiddetin ne olduğunu ve nasıl baş etmeleri gerektiği konusunda eğitilmeleri gerekir.  

Şiddet toplumun tüm katmanlarını ilgilendiren çok yönlü bir konudur. Tüm yönleriyle irdelenmesi ve çözümlerin de bu doğrultuda üretilmesi gerekmektedir. Şiddet olgusunda özellikle çocukların korunması önemlidir. Çünkü şiddeti yaşamın bir parçası olarak gören çocuk ilerde aynı yöntemleri uygulamakta bir beis görmeyecektir. “Dayak cennetten çıkmıştır, yılanın başını küçükken ezeceksin.” gibi yanlış inanışlar vardır. Bu düşünceleri olumlu yaparak insanların zihinlerindeki şiddet algısını değiştirebiliriz. Şiddeti tamamen hayatımızdan çıkarmamız imkânsızdır. Öyleyse şiddetin azaltılması yönünde ciddi projeler üretilmelidir. Şiddet konusunda toplumun eğitilmesi, insanlar arasında sevgi ve saygıya dayalı iletişime önem verilmesi,  kültürel değerlerimizi yansıtacak - saygı eğitimi gibi – derslerin eğitim sistemimizde yer alması, şiddetin hiçbir türüne tolerans gösterilmemesi, yazılı ve görsel medyanın şiddet ile ilgili politikası olmalısı sorunun çözümüne katkı sağlayacaktır. Etik değerleri yaşamın her alanına yayarak şiddet algısında ciddi değişikliklerin olmasını sağlayabiliriz.

Kaynaklar:
  1. http://dosyalar.hurriyet.com.tr/aileici/aileicisiddet.asp
  2. http://dosyalar.hurriyet.com.tr/aileici/aileicisiddet2.asp

27 Mayıs 2012 Pazar

Gümüşhane İçimde Saklı Bir Cennet


“Sende feryadımız, sende yönümüz,
 Sende yarınımız, sende dünümüz,
 Sende biter, sende başlar günümüz,
Kemanlanmış kara kaşı bu yerin.” (Zülfikar Yapar Kaleli)


            Ellerimi açarak semaya “Ya Rab! Bu Gümüş ilini sonsuza kadar vatanım kıl” dediğim cennet vatanımsın. O vatan ki her karışı atalarımın alın teriyle sulanmış, kan ve göz yaşıyla yoğrulmuştur.  O vatan ki ecdadımın ruhunun ruhuma karıştığı Fatih’ler diyarıdır. Asya bozkırlarına sığmayıp dünyanın her bir köşesine taşıdığı özgürlük ruhunun canlı olarak yaşandığı Alperenler yurdudur. Hürriyet aşkının tüm damarlarda dolaştığı yiğitler otağıdır. İlahi kelimetullahı cihana yayan Gümüşhanevî’lerin dergâhıdır.
            Geçmişin, yerin çekirdeği kadar derin geleceğin gökyüzünün sonsuzluğu kadar uzun olacaktır. Ümidini hep yüreklerinde taşır benim iyi yürekli insanlarım. Onların ufukları yalçın dağları aşıp ülke semalarını deler geçer. Onlar ki vatan uğruna gözlerini kırpmadan canlarını feda  ederler. Namusu için canını siper eden güzel insanlarım siz bir çınar gibi duruyorsunuz yüreklerimizde.
Sensin benim heyecanım, gayretim, emeğim. Ekmeğim, aşım, katığım sen. Doğduğum sen, doyduğum sen. Güldüğüm sen üzüldüğüm sen. Sen beni her türlü tehlikeden koruyan ana kucağımsın. Seninle var oldum seninle yok olacağım. Ben senim sen de ben. Ne ben sensiz olabilirim ne de sen bensiz olabilirsin.
             Kuşakkaya’nın zirvelerinde açan kardelen çiçeğimsin. İçimi ısıtan bir güneş, karanlıkları aydınlatan bir aysın. Gönlümde hiç kaybolmayan kutup yıldızımsın. Gönül ırmağım sendedir, aşar engelleri bir bir. Sevda bulutum sendedir, coşar vadilere sağanak sağanak.  Geçer içimin nehirlerinden harşit, sonsuzluğa doğru.
            Elma yanaklı güzellerim sendedir, sendedir buğday tenli yiğitlerim. Yaylalarında koyun güttüm, kaval çaldım. Soğuk çeşmelerinden su içtim, katık yaptım ayranı ekmeğime. Soğuk iklimin sıcak insanlarıyla kucaklaştım. Sevgiye yelken açtım gümüş ilinde.
Geçmişim sende, geleceğim sendedir. Sendedir tarihim, şerefim, şanım. Hayalim sende, düşüm sendedir. Anam sende, yârim sendedir. Canım sende, cananım sendedir. Sendedir türkülerim, sendedir ninnilerim. Ses bayrağım sendedir, gonca güllerim sende.
            Gümüşhane içimde saklı bir cennet. O cennet ki tüm cihana eş. Gönül vadisinden sana çıkar yolarım. Nasıl beklerse güneş geceyi ben de senin doğmanı bekliyorum her sabah içime.
Nasıl ki yağmur buluta hasretse ben de sana hasretim sevdiceğim. Senin aşkının ateşi yakıyor kalbimi. Kalbimin dermanı sende. Sen bir gelsen her şey huzura erecek, sen bir gelsen her şey anlam bulacak. Sen kalbimin saraylarının anahtarı, gönlümün sultanısın. Sen mutluluğum, sen huzurumsun.
Şimdi ve ilelebet…


Kuşakkaya Gazetesinde Yayınlandığı Tarih: 18 Mayıs 2012




Zamanın Ruhu



Aydın insan yaşadığı dönemle hep bir çatışma içerisindedir. Aydın, yaşadığı kuşağın geçmişten kopuk olduğunu, toplumun uçuruma sürüklendiğini, yönetimde bozuklukların baş gösterdiğini, sosyal meselelere yeterince ağırlık verilmediğini, toplumun hafızasının çok zayıf olduğunu, bir gün öncesinde söylenen sözleri bile hafızasında tutamadığını,  kendi kültürünü koruyup geliştiremediğini ve yabancı  kültürlerin etkisi altında kalarak bozulmaların baş gösterdiğini, sanata ve edebiyata ilginin git gide azaldığını, insanların yaşam standardının düştüğünü, kitap okuma alışkanlığının az olduğu için toplumun anlama ve algı seviyesinin düşük olduğunu, her günün bir önceki günü arattığını, idealist insanların üzerinden buldozer gibi geçerek pasif, edilgen insanlar oluşturulduğunu, güçlünün güçsüzü ezdiğini, adalet sisteminin hallaç  pamuğu gibi yerden yere savrulduğunu, eğitimin kevgire döndürüldüğünü, can güvenliğimizi sağlayan güvenlik güçlerinin aslında canlarımızı korumaktan ne kadar uzak olduğunu, sağlımızı tehdit eden unsurlar medyada çarşaf çarşaf reklam verirken toplumun sadece seyretmekle yetindiğini, gençliğin bizden çok farklı olduklarını ve onları anlamadıklarını, siyasal sistemin çöktüğünü ve yapay sistemlerin bünyeye uymadığını, kökü mazide, dalları atide olan bir toplum tezinin hayalde kaldığını, ahlâksızlığın toplumun direklerini sarstığını, hukukun güçlüden yana olduğunu, mazlumun hep güçsüz zalimin hep güçlü olduğunu, değerlerimizin günden güne aşındırıldığını ve yok olmaya başladığını, insanların artık kendilerinden başkalarını – anne babası dahi olsa- düşünmediklerini, insanlar arası iletişimin zayıfladığını ve sanal ilişkilerin insan hayatını bir ahtapot gibi sardığını, mutlu azınlığın mutsuz çoğunluğu sömürdüğünü, insanların ümitsizlik girdabında boğulduğunu, insanı putlaştıranların günden güne arttığı oysa ki yaratılmışların en acizi olduğunu düşünür.
Gerçekten tablo aydın insanın düşündüğü gibi midir? Bu kadar kötü müdür yaşam? Bir insan hasta olacağı zaman birtakım belirtiler gösterir: Baş dönmesi, halsizlik, bulantı, yanma vs. Bu belirtiler olduğu zaman insan –ivedilikle- hastaneye giderek tedavi olup hastalığını yenebilir. Toplumda meydana gelen birtakım bozuklar da çeşitli belirtiler verir. İşte bu belirtileri anlayacak ve toplumu uyaracak olanlar da aydınlardır. Aydın olmak geleceğin resmini ülke semalarına çizmektir, aydın olmak gökyüzünde bir kandil olup karanlıkları aydınlatmaktır, aydın olmak insanı için acı çekmektir, aydın olmak sevgi uçurtmalarını gönül vadisinde uçurtmaktır, aydın olmak toplumun dertleriyle dertlenmek sevinçleriyle neşelenmektir, aydın olmak topluma kılavuz olup yol göstermektir, aydın olmak mazlumun yanında yer alarak yel değirmenlerine karşı savaşmaktır, aydın olmak halk içinde olmak, halk olmaktır, aydın olmak zamanın ruhunu yüreğinde yaşamaktır, aydın olmak zamana yenilmemek ve çağları delen bir sese sahip olmaktır, aydın olmak bir güneş olup insanlığı ısıtmak ve bir yıldız olup geceleri aydınlatmaktır, aydın olmak geçmişi, bugünü ve yarını yaşayabilmektir. Öyleyse aydın olmanın bu kadar ağır sorumluluğu varken neden günümüzde gerçek aydınlara rastlayamıyoruz.  Ancak ve ancak güçlü toplumlardan güçlü aydınlar çıkar fikri hiç de yabana atılacak bir düşünce değildir. Toplum suçu aydınlara atarak, aydın olduğunu iddia edenler de suçu topluma atarak bu işten kurtulamazlar. Ne aydın toplumdan ne  de toplum aydından bağımsızdır.
İnsanlar arası kuşak farklılıklarını anlamak ve yorumlamak aydının işi. Ortalama bir insanın anlamayacağı çok şey vardır bu kuşak meselesinde. Zamanın ruhunu içine sindiremeyenler hem bulundukları zamana hem de gelecek zamana yabancı kalırlar. Öyleyse zamanı iyi anlayacak ve zamanın ruhunu geleceğe taşıyacak aydınlara ihtiyacımız var. Öyle kimseler vardır ki sadece bugünü yaşarlar ve her şeyin bugünden ibaret olduğunu sanırlar. Zamanın ne olduğu ve ne olmadığı hususunda pek bilgiye sahip değildirler. İnsan zamanın neresindedir? İçinde mi? Dışında mı? İnsan mı zamana hükmediyor? Yoksa zaman mı insana? Yaşanmışlıklara bakılınca insan zaman ilişkisi görecelik arz etmektedir. İnsanoğlu yer yer zaman rüzgârına kapılıp bir bu yana bir o yana savrulmuş, yer yer zamanı kendi düşünceleri doğrultusunda yönetmiştir. Demek ki sabit bir zaman kavramı yoktur. Esas mesele geçmişte yaşanılanları anlamak ve geleceğe taşımaktır. Yani zamanın ruhunu geleceğe aktarmaktır. Nasıl ki insanın ruhu insandan ayrıldığı zaman insan ceset olursa ruhu zamandan ayırdığınız zaman da “zaman” ceset olur.  
Zamanı mekândan ayrı düşünemeyiz. Çünkü zaman o mekânla anlam bulur. Kuşaklar arası farkı anlamak zaman ve mekân ilişkisinde gizlidir. Geçmişte yaşanılan bir olayı bugünün penceresinden anlamaya çalışırsanız yanılırsınız. Öyleyse o ana, o mekâna gitmek sağlıklı bir değerlendirme yapmamızı sağlar. Toplumdaki tüm sancılar da geçmişin sancılarıdır. Zamanın ruhunu geleceğe taşıyamadığımız için bu sancılar bir türlü kesilmemektedir. Zaman mazi-an-ati arasında bir köprüdür. Bu köprü ne kadar sağlam olursa toplumu anlamak ve toplumun sorunlarına çare olmak da o nispette mümkün olacaktır. Tabi bu köprü aydın dediğimiz toplumun öncüleri tarafından bilinçli bir şekilde geleceğe aktarılmalıdır. Geçmişine yabancı, nereden gelip nereye gideceğini bilmeyen bir toplum elbetteki uçurumdadır. Toplumu uçurumdan kurtaracak olanlar da zamanın ruhunu yarınlara taşıyan aydınlar olacaktır.


Kuşakkaya Gazetesinde Yayınlandığı Tarih: 17 Mayıs 2012





Hocalı Soykırımı


“Günlerden yirmi beş şubat hava puslu, karanlık
             Dünya görmedi böyle vahşet, böyle barbarlık”. (Selahattin Arslan)

Hocalı, kan ve gözyaşının sel olup aktığı bir nehir, tarihte izleri hiçbir zaman silinemeyecek büyük bir dram, Türk’ün titreyip kendine dönmesi gerektiğini hatırlatan acı bir tablodur.
Zalimin dişlerini mazlum bir halkın sırtına geçirdiği, insan havsalasının alamayacağı kadar çirkefliklerin yaşandığı, genç - yaşlı, kadın - çocuk demeden insanların topluca kıyıma uğradığı, Ermenilerin, Müslüman Türk milletine soykırım yaptığını dünya milletlerinin gözlerine sokulması gereken insanlığın yerle bir olduğu mahşer yeridir.
Hocalı’da yaşanılan vahşeti soykırım olarak görmekteyiz. Soykırım kelimesinin 1948’de Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde (SSECS) hukuksal bir tanımı bulunmaktadır. Sözleşmenin 2. maddesi soykırımı “ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: grubun üyelerinin öldürülmesi; grubun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi; grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması; grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması; ve çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi.” şeklinde tanımlar.(1) Dolayısıyla Hocalı’da bu tanımdan daha  fazlası yaşanmıştır.
Hocalı Soykırımı, Karabağ Savaşı sırasında 26 Şubat 1992 tarihinde Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında yaşanan Azeri sivillerin Ermeniler tarafından toplu şekilde katledilmesi olayıdır.
“Ermeni güçleri 1992 yılının 25 Şubatı 26 Şubat'ta bağlayan gecede bölgedeki 366. Alayın da desteği ile önce giriş ve çıkışını kapadığı Hocalı kasabasında, Azeri resmî kaynaklarına göre, 83 çocuk, 106 kadın ve 70'den fazla yaşlı dahil olmak üzere toplam 613 sakin öldürülmüş, toplam 487 kişi ağır yaralanmıştır. 1275 kişi ise rehin alınmış ve 150 kişi ise kaybolmuştur. Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde cesetlerin birçoğunun yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, başları kesildiği görülmüştür. Hamile kadınlar ve çocukların da maruz kaldığı tespit edilmiştir.” (2)
Karabağ hareketi içerisindeki önemli isimlerden biri olan Zori Balayan ise Ruhumuzun Canlanması adlı kitabında o dönemde Azerbaycan Türklerine karşı işlenmiş olan soykırım suçundan şöyle bahsetmektedir: “Biz arkadaşımız Haçatur'la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağırış çağırışları çok duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu. Daha sonra bu 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından, sinesinden ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü. İlk mesleğim hekimlik olduğuna göre hümanist idim, bunun için de Türk çocuğuna yaptığım bu işkencelerden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanırdı. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türkle aynı kökten olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni vatansever olarak görevimi yerine getirdim. Haçatur da çok terlemişti, ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizmin mücadelesini gördüm. Ertesi gün biz kiliseye giderek 1915'te ölenlerimiz ve ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için dua ettik. Ancak biz Hocalı'yı ve vatanımızın bir parçasını işgal eden 30 bin kişilik pislikten temizlemeyi başardık.” (2)
Katliama tanık olan bir gazeteci, yaşananları şu şekilde aktarmaktadır:
“Dağlık Karabağ’ın Hocalı kentinin düşüşünü bir gün boyunca yaşadım. Görüntülerle belgeledim ve video çekimleriyle bir günde 1.300 Azerbaycan Türk’ünün Ermeni çetecilerce öldürülüşünü bütün dünyaya duyurdum. Hocalı katliamı anlatılamaz bir vahşetti. Azerbaycan yönetimi ve Cumhurbaşkanı Ayaz Mütellibov, olayı dört gün boyunca kamuoyundan gizlemeye çalıştılar. Bütün Azerbaycan şok olmuştu. Ermeni bıçaklarından, kurşunlarından kurtulmayı başaranlar; kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar karlı dağlarda tipi altında Agdam’a gelmeyi başardıklarında çoğunun ayakları donmuştu. Bazılarının ayakları ise kangrenden dolayı kesilmişti. Ermeniler vahşetin her türlüsünü sanki ibret olsun, örnek olsun diye yapmışlardı. İhtiyar dedelerin, yaşlı anaların yüzleri jiletlerle doğranmış, genç kadınların göğüsleri peynir gibi kesilmiş, bebeklerin kafa derileri yüzülmüştü. Hocalı ile Agdam arasındaki 12 kilometrelik orman boyunca cesetler dizilmişti.” (3)
Azeri Türk Kadınları Birliği Başkanı Tenzile Rüstemhanlı, “Bugünkü Ermenistan denilen devlet, bizim topraklarımızdan zorla göç ettirilerek kurulmuştur. Genç nesil bunları bilmiyor hatırlamıyor. Biz bunları anlatmadık, aşılamadık, öğretmedik. Çünkü Türk anaları evlatlarını katil ve cellat yetiştirmiyor” dedi. Dr. Mehmet Nahıyov, “Hocalı’da Ermeniler insanları, çocukları diri diri yakmıştır. Acımasızca insanlar kesildi, kadınların karınlarının deşildiğine, erkek çocukların başlarının kesildiğine bizler şahit olduk” dedi. Diğer canlı tanık tarih öğretmeni Tamila Bilalova “25 Şubat gecesini anlatmak çok zor. Ne yapacağımızı, nereye kaçacağımızı bilmiyorduk. Soğuk ve karlı bir gecede Ermenilerin zulmünden kaçmaya çalışıyorduk. Kaçamayanlar, Ermenilerin güllesiyle, hançeriyle ölüyordu” dedi. (4)
Bu bilgiler Hocalı'da yaşananların eşi benzeri olmayan bir vahşet, kin ve nefretin ürünü olduğunu ortaya koymaktadır.
Dağlık Karabağ Azerbaycan’ın toprağıdır ve şu an işgal altındadır. Azerbaycan’a karşı yürütülmüş olayların en acısı Hocalı Soykırımı’dır. Bu olay yüzyılın kininin yansımasıdır. Bugün Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan Hocalı Soykırımı’nı yapan komutanlardan biridir. Ve bir konuşmasında kendi kuşaklarının Karabağ’ı aldığını, gençlere de Ağrı’yı almalarını kendilerinden beklenildiğini söylemiştir. Ermenistan’ın başından bu zihniyete sahip kişiler gitmediği sürece uzlaşmanın olması mümkün gözükmemektedir.
Ermeniler kendi yaptıklarını haklı çıkaracak her türlü argümanı kullanmaktadır. Bizim buna karşı bir stratejimiz, bir politikamız var mı? Kanımca bu konuda çok eksiğimiz var. Yazarlarımız yaşanılan soykırımı köşelerine taşımalı, şairlerimiz şiirleriyle bu drama ses vermeli, ressamlarımız vahşeti çizmeli, fotoğrafçılarımız olayı fotoğraf karesiyle ölümsüzleştirmeli, ozanlarımız türkülerinde bu konuyu işlemeli, gazetecilerimiz bu elim tabloyu dünya gündeminde tutmak için gazetelerine taşımalı, medya bu konuyla ilgili programlar yapmalı, belgeseller hazırlamalı, sinemacılarımız dramı filmleştirmeli, dünyaya bu film aracılığıyla vahşeti duyurmalı, siyasilerimiz bu elim vakayı dünya devletleri nezdinde görüşülmesi için gündemde tutmalı ve gereken sonuç alınmalıdır.
 Hocalı Soykırım anıtını diken Keçiören (2005) ve Beypazarı (2009) belediyelerini bu onurlu davranışlarından dolayı kutluyoruz Kızılcahamam (2012) ve Isparta (2012) belediyeleri de anıtın yapılması için karar almış bulunmaktadır. Diğer belediyelerimizin de Hocalı Soykırımı’nı  unutmamak için, unutturmamak için “Hocalı Soykırımı Anıtı” dikmeleri çok yerinde olacaktır. TBMM ise Hocalı’da yaşanan bu vahşetin soykırım olduğunu kabul etmelidir.
Hocalı milli benliğin, milli kimliğin, milli duruşun, milli hasletlerimizin önemini gösteren bir belgedir bize. Geleceğimizi düşünüyorsak gençlerimizi tarihine dost, geleceğe umutla bakan, bilgili, kültürlü bireyler olarak yetiştirmeliyiz. Dünyada devletler kendi menfaatleri uğruna savaşlar vermektedir. Biz ne yapmaktayız? Oturup bu tabloyu seyrediyor muyuz? Yoksa elimizden gelenleri yapıyor muyuz? Bilgi ve bilinç düzeyi açısından çok iyi olduğumuz söylenemez. Artık toplum olarak bilgiyi merkeze almalı ve tüm politikalarımızı ona göre şekillendirmeliyiz. 
Gerçekleri konuşursanız ya da yazarsanız birtakım odakların bilinçli saldırısına maruz kalabilirsiniz. Burada İsmet İnönü’nün bir sözünü paylaşmak istiyorum. İnönü’nün “Bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur.”  sözü çok yerinde söylenmiş bir sözdür. Eğer namuslu yazarlar (tarihçiler) çıkıp bu işin doğrusu budur demezse, namussuzlar köşe başlarını tutmaya ve hain emellerini gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapmaya devam ederler.  Namus sadece kişinin kendi namusu ile ilgili değildir. Kişinin kendi ülkesi hatta insanlık ile ilgilidir.  O zaman ne duruyorsunuz miskin miskin. Çıkın ve insanlık adına bir şeyler yapın.
 Hz. İbrahim’i (a.s.) ateşe atan Nemrut’un ateşini söndürmek için ağzıyla su taşıyan bir karınca kadar bile olamıyoruz. Kendi rahatımız ve mutluluğumuzu tüm insanların rahatlığı ve mutluluğunun üzerinde görüyoruz. Ama bilinmelidir ki yaşanan soykırıma sessiz kalmanız bir gün sizin de bu gibi olaylara maruz kalabileceğinizin işaretidir. Bir daha insanlık dramının yaşanamaması için tek yürek, tek bilek olmalıyız. Dünyaya bu vahşeti, bu kıyımı tüm haklılığıyla ortaya koymalıyız. İnsanlık suçu işleyen canilerin uluslar arası arenada cezalandırılmaları sağlanmalı ve Dağlık Karabağ kendi öz sahiplerine (Azerbaycan halkına) verilmelidir.
Allah (c.c) Hocalı’da  ruhlarını teslim eden şehitlerimize rahmet, milletimize sabır ihsan etsin.

“Gün Hocalı Soykırımı’nı anma zamanı,
 Gün tüm gerçekleri ortaya koyma zamanı.”


Kaynaklar:

  1. http://tr.wikipedia.org/wiki/Soyk%C4%B1r%C4%B1m
  2. http://tr.wikipedia.org/wiki/Hocal%C4%B1_Katliam%C4%B1
  3. http://azerbaycan.ihh.org.tr/insan/hocali/hocali.html
  4. http://www.yenicaggazetesi.com.tr/yg/habergoster.php?haber=63961


Kuşakkaya Gazetesinde Yayınlandığı Tarih: 28 Şubat 2012



Sosyal Projelere Önem Vermeliyiz


“Yüksek bir insan topluluğu olan Türk Milleti’nin tarihi bir özelliği de, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir” ( Atatürk )

İnsan yaratılmışların en şereflisidir. Dolayısıyla insana  dair her şeyin düşünülerek yapılması gereği vardır. Bir makine bozulduğu zaman tamir edersiniz. Tamiri mümkün değilse yenisini alırsınız. Ama insan öyle mi? İnsana kendisi olduğu için değer veririz. Ve onun gelişimi için gereken ne ise yapmaya çalışırız. Onun güçlü yönlerini bularak o alanda kendisini geliştirmesini sağlamak temel görevimiz olmalıdır. Ancak onu tam anlamıyla anlamak mümkün değildir. Bizim yaptığımız iş ise onu anlama sürecinde yol almaktır.
Hayatta bizi güçlü kılan şey yaşama karşı direncimizi artıracak çabalarımızdır. Mücadele azmimiz ne kadar güçlüyse yaşamdan zevk alma oranımız da o oranda artacaktır. Tabii bizi hayata bağlayacak ve mutlu edecek nedir? Mutluluk öyle kolay elde edilecek bir şey değildir. Hayatta her şeyin bir karşılığı olduğuna göre bizim de hayata bir şeyler vermemiz gerekmektedir.
Yaşam sadece yemek içmek yani temel ihtiyaçlardan ibaret değildir. İnsan sosyal bir varlık olduğuna göre sosyal yönünü geliştirecek çalışmaların içerisinde olması gerekir. Sosyalleşme bir günde değil bir süreç içerisinde gerçekleşecek bir olgudur. İnsanların kendilerini özgürce ifade edebilecekleri ortamları oluşturmak sosyal sorumluluğumuzun bir gereğidir.
Resmi kurum ve kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin sosyal kültürel alanda farklılık yaratacak projelere imza atmaları gerekmektedir. İnsana insan olduğunu hatırlatacak çalışmalar yarınlarımız için de bir güvence olacaktır. Sevgisiz bir toplumda kan ve gözyaşı hakimdir. Sevgi hamurunu yoğuracak ve ona şekil verecek ellere değer vermeliyiz. Ellerimiz bir olunca daha da güçlenecek ve yarınlara güvenle bakabileceğiz.
            Türkiye’nin birçok ilinde yerel yönetimler (belediyeler) sosyal projelere yer vermektedir. Gümüşhane’ de ise belediyelerin bu alanla ilgili çalışmaları sınırlıdır. Belediyelerin Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü bünyesinde kurulacak edebiyat ve şiir atölyesi, tiyatro atölyesi, diksiyon atölyesi, dil atölyesi, resim atölyesi, müzik atölyesi, fotoğraf atölyesi, yaratıcı drama atölyesi, satranç atölyesi, halk oyunları atölyesi vb. kurularak kentin sosyal yaşamına ayrı bir renk, ayrı bir güzellik katılabilir. Toplumun kültürel ve sanatsal açlığı bu projelerle giderilebilir. Bu proje ile katılımcılar hem sanatsal hem de sosyal birikimlerini hoşgörü, dostluk ve barış dolu bir atmosfer içerisinde diğer katılımcılarla paylaşma fırsatı bulacaklardır.
            Bu proje toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şekilde uygulanmalıdır. Sanat yetenekle ilgili olduğuna göre toplumdaki yetenekli bireylerin tespit edilerek onların en iyi şekilde eğitim almaları sağlanmalıdır. Çalışmalar neticesinde dergi ve  kitaplar çıkarılabilir, sergiler açılabilir, seminerler ve konferanslar düzenlenebilir, şiir dinletileri, tiyatro ve halk oyunları gösterileri yapılabilir.  Tabii bu projenin gerçekleşmesi için kültür merkezlerinin yapılması gerekmektedir. Bu proje, kentin kültürlenme sürecine ciddi katkı sağlayacak ve kent canlı bir varlığa dönüşecektir. Canlı bir kentte de kim yaşamak istemez ki?


Kuşakkaya Gazetesinde Yayınlandığı Tarih: 31 Ocak 2012



Yöneticide Bulunması Gereken Özellikler


Yönetim olgusu insanlık tarihi kadar eski bir kavramdır. Dolayısıyla insanlar bir araya gelerek bir yönetim mekanizması kurmuşlar ve ona göre yönetilmişlerdir. Siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik yapı bir milletin nasıl yönetileceğini gösteren işaretlere sahiptir.  Bir ülkenin gelişmişlik düzeyi ile yönetim biçimi arasında doğru bir ilişki vardır. Dünyada geri kalmış ülkeler krallıkla, gelişmiş ülkeler ise demokrasiyle yönetilmektedir.
Güçlü milletlerden güçlü liderler çıkmıştır. Kökleri mazide dalları atide olan bir lider ülkesini dünyada lider ülke yapabilir. Böylece ülke insanı huzur ve refah içinde hayatlarını sürdürebilir. Yönetim kademesi bir ülkenin can damarıdır. O damar kesilirse devlet dağılır tâ ki yeni bir can - yeni bir lider - bulana kadar.  Yönetim olgusu bir ülkenin en önemli konusudur. Bu olguyu bilimsel veriler ışığında aydınlatmak sorumluluk sahibi olanlar için bir görevdir.
İyi bir yönetici iyi özellikleri üzerinde taşımalıdır. Diğer insanlardan daha farklı bakış açısına sahip olmalı, geçmişini bilmeli ve geleceğe yön verebilmeli, liyakatli, ilkeli, erdemli, kişilik sahibi, eğitimli ve kültürlü yani her açıdan donanımlı olmalıdır.
Yönetici akıllı ve bilgili olmalıdır. Her işe başlarken bilgi ile başlamalı akıl ile bitirmelidir. Bilgi yoksa akıl da bir işe yaramaz. Bilgi kuvvettir, onu kullanmak maharettir sözü ile bilginin ve aklın birlikte bir anlam taşıyacağı ifade edilmiştir.
İyi huylu olmalıdır. İyi yaradılışlı ve erdem sahibi kişilerin yaşayışları güzel olur. İyi huylu yönetici halka sıkıntı vermez. Kötü huylular ise halka sıkıntıdan başka bir şey veremezler.
Takva sahibi olmalıdır. Aslı temiz olanın davranışları da temiz olur. Doğru işler doğru kişilerin eliyle görülür. Yunus Emre’ye Taptuk Emre’nin dergahında dağdan odun taşıma işini verirler. Kırk yıl odun taşır dergaha Yunus. Her seferinde düz odun getirdiğini görenler Yunus’a sorar. “Dağ da hiç eğri odun yok mu?  Sen hep düz odun getiriyorsun.” Yunus’un verdiği cevap ilginçtir. “Bu ocakta eğri insan yok ki bende eğri odun getireyim.” demiş.
Anlayışlı ve gönül sahibi olmalıdır. İşte başarı için akıl gereklidir ama tek başına yeterli değildir. Gönül gözü açık değilse aklın bir yararı olmaz. Her işte sükûneti tercih etmeliyiz. Fırtınalarda geminiz alabora olabilir ama sessiz sakin bir suda hiçbir şey olmaz ve geminiz sağ salim karaya ulaşır.
Tok gözlü olmalıdır. Gözü aç adamı hiçbir şey doyuramaz. Aç gözlü bir adama dünyanın tüm nimetlerini de verseniz gözü doymaz Açgözlülük ilacı olmayan bir hastalıktır. Dünyanın tüm hekimleri bir araya gelse yine de tedavi edemezler bu hastalığı. Onların gözünü ancak ölüm doyurur.
Cömert olmalıdır. Cömert adamın malı eksilmez. Verilenin  yerine yenisi gelir. Cimrinin malından ne kendisine ne de halka bir faydası vardır. Cömertlik imandan gelen merhamet ürünüdür. Merhamet ise başkalarının eksiklerini gidermek için yardıma koşmaktır. Merhametli kişiler öksüz ve yetimleri, düşkünleri, yaşlıları, hastaları, engellileri – toplumdaki ihtiyaç sahiplerini – korur, kollar ve yardım ederler. Onlara hayatlarını devam ettirecek kadar imkân oluştururlar.
Haya sahibi olmalıdır. Haya duygusu olan kişi yanlış iş yapmaz. Uygunsuz işlerden insanları alıkoyduğu için bizi iyiliklere yöneltir ve başarıya ulaştırır.  Haya duygusu olmayan insan yönetim işiyle uğraşmamalıdır. Çünkü kötü niyet sahipleri onun bu zaafını kullanabilir ve ona birçok yanlış iş yaptırabilirler.
Özü sözü bir olmalıdır. Gönlünde hıyanet bulunan yöneticinin halkına bir faydası dokunmaz. Gönlü, dili ve tabiatı doğru olmayan bir yöneticin ülkesinde mutluluktan eser kalmaz.
İhtiyatlı ve uyanık olmalıdır. Uyanık idareci ülkesine karşı gelebilecek saldırıları önceden görüp tedbirini alır. Düzeni sağlamak için doğru kanunlar çıkarıp uygular. Adaletin terazisini kişiye göre çalıştırmaz.
İhmalin zulüm olduğunu bilmelidir. İhmalkârlık ülkenin felaketi olabilir. Her zaman tetikte olmak güvenlik için gereklidir. Zulüm ile yönetilen ülkelerde sıkıntılar çoğalır. Halk zalimin zulmüne ne kadar dayanabilir. Zulüm yanar ateştir, yaklaşanı yakar. Kanunları doğru uygulamak insanları zulümden kurtarır.

Doğru sözlü olmalıdır. Yaptıkları güven vermeyen bir yöneticiye kimse inanmaz. Her işine yalan bulaştıran kişiden bir vefa beklenmez. O sadece halka sıkıntı ve keder verir.
Cesur olmalıdır. Baş cesaretle ülkeyi yönetirse düşmanlar korkar, çekinirler. Aslan köpeklere baş olursa, köpekler aslan kesilir. Köpek aslanlara baş olursa, aslanlar köpek gibi yaltak olur.
Yönetici hiddetli olmamalıdır. Öfke ile kalkan zararla oturur. Yönetici öfkesini bal eylemelidir. Yapacağı işlerde inat etmek büyük zararlar doğurabilir. Düşmanın yapamadığını inatçı kendisine yapar. Her zaman sağduyulu olmalı, kararları soğukkanlılıkla almalıdır.
İçki ve kumardan uzak durmalıdır. İçki insanlığın düşmanıdır. İnsan sarhoş olunca aklını kaybeder. Aklını kaybedene deli derler. Deli hiç akıllı iş yapar mı? Temiz olmayan şeyleri su ile temizlenir. Ya su kirliyse onu neyle temizlemeli. Halkın uygunsuz hareketlerini düzeltecek yönetici uygunsuz hareketlerde bulunursa onu kim düzeltecek? İnsan hastalanırsa ona ilacı hekim verir. Hekim hastalanırsa ilacı kim verecek?  
Kibir ve gururuna yenilmemelidir. İkbal sahipleri alçakgönüllü olurlarsa yücelirler. Kibir sahipleri asla itibar görmezler. Kibir ve gurur sahipleri statü olarak yükselse bile oradan inişleri uzun sürmez.
Yardım duygusuna sahip olmalıdır. Nerde bir sıkıntı varsa çözüm üretmelidir. Yardım duygusu olmayanlar ölüden farksızdırlar. Ölülerin de yönetimde yeri yoktur.
Çalışanların ücreti tam verilmelidir. Çalışanlar emeklerinin karşılığı olan parayı alırlarsa huzurlu bir şekilde yaşamlarını sürdürürler. Çalışma huzurunun olmadığı bir ülkede huzursuzluk dalga dalga yayılır. Ve insanlar kendi çıkardıkları dalgada boğulurlar.
Mert olmalıdırlar. Söz ve davranışları tutarlı olmalı, ne söylediyse sözünde durmalıdır. Söz ağızdan çıkana kadar bizim esirimizdir, çıktıktan sonra ise biz onun esiri oluruz. Dolayısıyla iki düşünüp bir söylemeliyiz. Tutamayacağımız hiçbir sözü söylememeliyiz. Sözümüz toplumun yararına olan bir şey ise yerine getirmemiz sorumluluğumuzun gereğidir.
Başkanlık bilgisine sahip olmalıdır. Ülkenin düzeni siyaset ile sağlanır. Halk yöneticinin siyasetinden etkilendiğinden yönetme yetisine haiz olmalıdır. Bir ülkede sıkıntı varsa öncelikle o ülkedeki yöneticileri sorgulamanız gerekir.
Devlet adamlığı vasfına sahip olmalıdır. Ülke yönetimi ağır fakat şerefli işlerdir. Bu yükü kaldırabilecek olanlara sorumluluk verilmelidir. Ayakların baş, başların ayak olduğu ülkede huzur olmaz. Mutlu gelecek için yöneticilik görevini hakkıyla yerine getirenlere verelim. Benim adamım, senin adamın mantığıyla hiçbir yere varamayız. Gelecek ellerimizde, ellerimize sahip çıkalım…


Kuşakkaya Gazetesinde Yayınlandığı Tarih: 17 Ocak 2012


Siz




“Üzülme sen öğretmenim!
 Gün gelecek anlayacaklar seni.
 Yoğurduğun hamurun, yetiştirdiğin çiçeklerin kıymetini.
 Yalnız 24 Kasımlarda değil,
 Yılın üç yüz altmış beş gününde anılman gerektiğini” (Leyla Işık)

   
 Bir güneş oldunuz erittiniz içimizdeki demir dağları. Bir yıldız oldunuz sonra hilâl ile buluştunuz semâda. Karanlıkları aydınlattınız nuranî ışığınızla. O ışık vatanımın her noktasında dalgalanıyor şimdi.
“Oku  yaradan rabbinin adıyla oku” diyen dâvetin temsilcileri, bu kutsal  yükü ancak siz taşırsınız omuzlarınızda, kâinatın anahtarı sizde, siz açacaksınız insanlığa ilim kapılarını ve gömeceksiniz cehaleti kör kuyulara.
Güzel Türkçe’mizi körpe yüreklere ilmik ilmik işleyecek, gül bahçesinde gülleri derecek, insanlığa yol gösterecek, yarınları aydınlatacak sizsiniz.
 Görmeyen gözlere ışık, duymayan kulaklara ses, tutmayan dizlere fer olacaksınız.
Mete’yi, Yunus Emre’yi, Mevlana’yı, Fatih’i, Atatürk’ü yetiştiren büyük Türk milletinin yüce insanları, bu kutlu dâvânın baş mîmarı sizsiniz.
Siz âşığımın dilinde türkü, gül bahçemin gonca gülü, ıssız dağlarda açan kardelen çiçeğisiniz. Siz yanık sevdaların merhemi, umutsuz hayallerin ümidisiniz.
 Dudakları çatlatan sabrınızla, onca yapılan hatayı affedişinizle, hep gerçeğin peşinde oluşunuzla, öfkeyi  bal eyleyişinizle, bütün kapıları açık tutuşunuzla, hayata farklı bir gözle bakışınızla, haksızlık karşısında dik duruşunuzla hep gönlümüzdesiniz.
İyiyi, doğruyu güzeli öğreten siz, saygıyı, sevgiyi, hoşgörüyü topluma benimseten siz. Ömrünü insanların mutluluğuna adayan, bedenlerde kök salan, düşüncelerin bahçıvanı, kişiliğin, şahsiyetin, adaletin ve bilginin mîmarı, sanatkârların başı sizsiniz.
Siz şâirimin mısralarında dil, yazarımın elinde kitap, mühendisimin elinde cetvel, doktorumun elinde neşter, Mehmed’imin elinde kılıçsınız. Siz sert rüzgarlara göğüs geren, vatan için ölmeyi emreden, milli hasletlerimizin baş savunucusu, gönüllen gönüle esen gönül köprüsüsünüz. Siz yolunu kaybetmişlere rehber, insanımın yüreğindeki vicdan,  geleceğin aydınlık yüzüsünüz.


Kuşakkaya Gazetesinde Yayınlandığı Tarih: 28 Kasım2011



Yükseklerdekiler Yerdekiler Kadar Emniyette Değildir



            "Övündürmesin seni yükseklerde oluşun,
             Çamur da göğe çıkar kanadında bir kuşun" (Necip Fazıl Kısakürek)

            İnsanoğlu yaratıldığından beri hep gözü yükseklerde olmuştur. Hangi durumda olursa olsun mevcut durumla yetinmemiş, daha fazlasını arzulamıştır. İnsan bu sınırsız istek ve heveslerine bir türlü gem vurmayı becerememiştir.
            Dünyada olan biten her şey bir denge üzerine kurulduğundan her şey kendi yerinde güzeldir. Tahterevallinin bir tarafı ağır bastığı zaman denge kaybolur. Dengenin kaybolması da tüm olumsuzlukları beraberinde getirir.
            Aslanın kedi rolüne bürünmesi komik olurdu. Ancak ondan daha komik ve absürt olanı kedinin aslan rolüne bürünmesidir. Toplumda kedi kılıklı aslanlar epeyce çoğunlukta. Kendilerinin değerli olduğunu, kendilerinin üstünde bir güç olmadığını zannederler. Oysaki ne büyük bir gaflet içerisindedirler.
            Peki insan neden haline şükretmez de daha fazlasını ister? Neden bulunduğu şartlara göre mutlu olmayı beceremez. Bu soruya herkes farklı cevap verebilir. Bence insanın doymak bilmeyen arzu, heves ve istekleri insanı daha fazlasını istemeye sevk etmektedir. Kişinin daha iyi yaşam şartlarına ulaşması için mücadelesinden bahsetmiyorum. Kapasitesinin üstünde bir yere gelmesinin en başta kendisine vereceği zarar üzerinde durmak istiyorum. Esasında kişi ne altta ne üstte olmalı, olması gerektiği yerde olmalı. Kainattaki düzene baktığınız zaman mükemmel bir sistemin olduğunu ve bu sistemin de bir denge üzerine kurulduğunu görürüz. İnsan kendisinin yargıcı olmalı, kendini yargılamalıdır. İç muhasebesini yapmayan bir kişi elbetteki nerede durması gerektiğini bilemez.
            Makam, mevki, şan, şöhret, para birden bire elde edildiği zaman korkunç sonuca götürür insanı. Hak edilmeden verilen makam, kazanılmadan elde edilen para, bunun sonucunda elde ettiği şan, şöhret ve güç bir gün başına bela olacaktır. Toplumda bunun sayısız örnekleri görülmekte ama bunlardan bir türlü ders almamaktayız.
Birisine hak etmediği bir makam teklif edildiği zaman reddedecek kaç tane insan kaldı bu dünyada? Hak etmediği bir para eline geçtiği zaman bu benim hakkım değil diyecek kaç kişi var acaba? Teklifi, parayı kabul edenlerin de ne şöhretleri kalır ne paraları.
Hak ettiğiniz yerde olun her zaman. Tabii birinci kattan düşmekle on birinci kattan düşmek bir değil. Onun şiddetini siz hayal edin.  Başarı merdivenleri tek tek çıkılır.  Belli bir mücadele ve emek gerektirir.  Alın terine evet,  haksız kazanca hayır diyelim.  Böylece hem kendimize,  hem de topluma iyilik yapmış oluruz.
            Şeyh Edebâli'nin Osman Gazi'ye yapmış oldukları nasihatte "Üç kişiye acı:  Cahiller arasında âlime, zenginken fakir düşene, hayırlı iken itibarını kaybedene. Unutma ki, yüksekte yer tutanlar aşağıdakiler kadar emniyette değildir." demiştir.  


Kuşakkaya Gazetesinde Yayınlandığı Tarih: