30 Ekim 2013 Çarşamba

Türkiye’m


Ülkesinin sınırlarını 36 milyon km2’ye çıkaran büyük lider Mete’nin torunlarının otağısın Türkiye’m.
Kırk yiğidiyle Çin sarayını basan Kürşat gibi yiğitleri yetiştiren Büyük Türk Milletinin evlatlarının yurdusun Türkiye’m.
“Türk Oğuz Beyleri, işitin! Üstte gök çökmedikçe, altta yer denizi delinmedikçe,  ilini, ilini, töreni kim bozabilir” diyen Bilge Kağanların sözünü tarihe yazacak olan devletsin Türkiye’m.
Sultan Alparslan’ın kapılarını ardına kadar açtığı güzel ülkemsin Türkiye’m.
Sen ki Osman Gazi’nin büyük ülküsü olan ulu bir çınarsın Türkiye’m.
Taptuk Emre dergahına kırk yıl doğru odun taşıyan sevgi erenlerinden Yunuslar diyarısın Türkiye’m.
“Ne olursan ol yine gel” diyen Mevlanalar dergahısın Türkiye’m.
Çağlar açıp çağlar kapatan Sultan Fatih’in mührünü vurduğu Fatihler diyarısın Türkiye’m.
Devlet-i Ali Osmaniye’nin sınırlarını üç kıtaya yayan Kanunilerin vatanısın Türkiye’m.
İstiklâl ve hürriyet benim karakterimdir diyen ve  Türk vatanını düşmanlardan kurtararak Türk milletine yeni ufuklar açan Atatürk’ün armağanısın Türkiye’m.
Sen sadece Anadolu coğrafyasına sıkışmış dar bir düşünce değilsin, engin sonsuzluklara yelken açan kızıl elma ülküsüsün Türkiye’m.
Doğudan batıya akan bu kutsal nehri batının ufuklarına taşıyarak ebediyete kadar taçlandıracak olan sensin Türkiye’m.
Tarih sahnesinde piyon değil de şah olacak kudrete sahipsin Türkiye’m.
Her karışının şehit kanlarıyla sulandığı cennet vatanımsın Türkiye’m.
Sen yalnız bir toprak parçası değil beş bin yıllık davanın adısın Türkiye’m.
İslam ile şereflendikten sonra İslam’ın bayraktarlığını yapan necip milletin vatanı sensin Türkiye’m.
Sen geçmişte tarih yazmış, bugün tarih yazmakta, yarın da daha büyük tarihler yazacak olan Büyük Türk Milletisin Türkiye’m.
Düğün derneğim sende, otağlarım sendedir Türkiye’m.
Halayım, barım sende, horonum, zeybeğim sendedir Türkiye’m.
Şiirim sende, şarkım sende, türküm sendedir Türkiye’m.
Mazim sende, günüm sende, atim sendedir Türkiye’m.
Canım sende, cananım sende, işim sende, aşım sendedir Türkiye’m.
Ben sendeyim, sen bendesin Türkiye’m…

30 Temmuz 2013 Salı


Eğitsel Hedeflerin Taksonomisi ve PISA Sınavları


          Öğrenme çıktıları, planlı, düzenli öğrenme-öğretme yaşantıları yoluyla bireylere kazandırılması düşünülen bilgiler, yetenekler, beceriler, tutumlar, ilgiler ve alışkanlıkların ifadesidir. Öğrenme çıktıları öğrencinin öğrenme sürecini tamamladıktan sonra o dersle ilgili neleri bilmesi, anlaması veya yapabilmesi gerektiğini açıklayan ifadelerdir. Öğretenin niyetinden çok öğrenenin başardıklarına odaklanan öğrenme çıktıları, öğrencilerin neleri başarmaları gerektiğini ve bu başarıya nasıl ulaşacaklarını açıklamak için kullanılmaktadır. 

          Benjamin Bloom ünlü “ Eğitsel Hedeflerin Taksonomisi “ çalışmasını 1956 yılında açıklamıştır. Bloom taksonomisi en basit bilişsel öğrenmeden en derin öğrenmeye doğru altı seviyeden oluşmaktadır: Bilgi(1), kavrama(2), uygulama(3), analiz(4), sentez(5) ve değerlendirme(6).

         Bilgi, anlama ya da kavramaya gerek duymadan gerçeklerin anımsanması olarak ifade edilebilir. Bilgi basamağında; hedef davranışlar görünce tanıma, sorunca hatırlayıp söyleme, ezberleme, seçip alma, eleştirme, doğru ya da yanlış olduğunu söyleme, olguyla ilgili kuruluş ve kişileri, nesne, olgu ve olayların girdikleri sınıfları ve türleri yazma, araç gerecin adını yazma, söyleme, ölçüt, yöntem, ilke ve kuramların özelliklerini ve kullandıkları yerleri yazma, eleştirme gibi davranışları kapsar.

         Kavrama, öğrenilen bilgiyi anlama ve yorumlama yeteneği olarak ifade edilebilir. Kavrama basamağında; Bilgi basamağında kazanılan davranışların, öğrenci tarafından özümlenmesi, kendine mal edilmesi, anlamının yakalanması söz konusudur. 

         Uygulama, öğrenilen materyali yeni koşullarda kullanma yeteneğidir. Uygulama, öğrenilenleri yeni durumlara uygulama veya fikirleri ve kavramları problem çözebilmek için işler hale getirme becerisi olarak da tanımlanabilir. Uygulama basamağında; Öğrenci Bilgi ve kavrama basamaklarında kazandıklarına dayanarak, kendisi için yeni sorunları çözer. 

         Analiz, bilgiyi, onu oluşturan unsurlara ayırabilme yeteneğidir. Analiz basamağında; bir bilgi bütününü ya da örüntüsü, öğeleri, ilişkileri ve örgütleme açısından incelenir. Bir bütünü kendi içinde bölümlere, bölümleri de alt bölümlere ayırıp yazma bu davranışlar içindedir.

         Sentez, parçaları birleştirebilme yeteneği olarak tanımlanabilir. Sentez basamağında; hedefler davranışa dönüştürülürken, sentezin özelliklerine uyulmalıdır. Sentez yalnız başına birleştirme değildir. “Yeni bir çözüm yolu bulma, yeni bir orijinal güç kaynağı geliştirme, tutarlılığı olan matematiksel bir model düzenleme” bu basamağın kapsamı içindedir.

          Değerlendirme, belirli bir amaç için verilen materyalin önemi hakkında yargıda bulunma yeteneği olarak tanımlanabilir. Değerlendirme basamağında; ölçme sonuçlarını ölçüte vurup, bir yargıya varma süreci vardır.

          Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) tarafından 1997'de geliştirilen PISA sınavları uluslararası çapta üç yılda bir 15 yaşındaki öğrencilerin başarısını sınamaktadır. PISA çalışmasının amacı eğitim yöntemlerinde standartlaştırmayı ve gelişmeyi arttırmakla birlikte dünyada okul çocuklarının başarısını karşılaştırmak ve test etmektir. Bu sınavlarda Finlandiya, Güney Kore ve Japonya’nın belirgin bir üstünlüğü, Türkiye’nin ise OECD ortalamasının oldukça altında olduğu görülmektedir. PISA’da alınan başarısız sonuçlar müfredatın değişmesine neden olmuştur. Ancak görülmektedir ki müfredatla bu iş düzelmez. Bu iş ancak ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel yönden gelişmesiyle düzelebilir. Yapılandırmacı eğitimin, teknolojiye yatırımın, maddi desteklerin, niteliliği öncelemenin, bilgiye erişimin, çoklu ortam içeriklerinin sağlanmasının olumlu etkisi olacaktır. Ancak daha önemlisi Milli Eğitim Bakanı başta olmak üzere tüm yöneticiler ve öğretmenlerin çağın gerektiği özelliklere sahip olması gerekmektedir. Ülkemizde üzülerek ifade ediyorum ki eğitimci bir bakan çıkaramadık. Siz bir hukukçunun Sağlık Bakanı olduğunu, bir doktorun Adalet Bakanı olduğunu gördünüz mü? Ama Milli Eğitim Bakanı olmak için eğitimci olmaya gerek yok.. Hangi iş olursa olsun iş ehline verilmelidir. Geleceğimizin ellerimizden kaymasına ne kadar daha sessiz kalacaksınız? 

          Sınav hayatın bir gerçeği. Sınavların kaldırılması söz konusu olamaz. Önemli olan ölçme işlemlerinin şeffaf bir şekilde yapılmasıdır. En iyi sınav ölçme işinin objektif bir şekilde yapıldığı sınavdır. O sınav da test sınavıdır. Diğer sınav türlerinde okuyanın yorumu devreye girdiği için subjektif bir değerlendirme olacaktır. Ve hakkaniyete uygun bir sınav olmayacaktır. Test tekniğini kullanarak öğrenme çıktılarına uygun soru hazırlanması çok daha uygun olacaktır. Soruların bilgi, kavrama ve uygulama seviyesinden değil analiz, sentez ve değerlendirme seviyelerinden de sorulması gerekmektedir. Türkiye’de yapılan tüm sınavlar dikkatle incelendiğinde görülecektir ki hatırlama ve anlamaya dayalı sorular sorulmakta ve ezber yeteneği olan öğrencilerin başarılı oldukları ancak sınav bittikten sonra öğrenilen bilgilerin unutulduğu görülmektedir. Ülke adına başarıyı yakalamak istiyorsak analiz, sentez ve değerlendirme seviyelerinde sorular sorulması gerekmektedir. Tabii öğrencileri de bu seviyede yetiştirmek için Türk Eğitim Sistemini yeniden inşa etmek gerekecek.

11 Haziran 2013 Salı

Ali Coşkun Hirik ve Kırkikindi Yağmurları


Ali Coşkun denilince ilk akla gelen şiirdir. O, şiir gibi yaşayan şiir gibi ölmeyi arzulayan biri. Onun şiirle genç yaşta tanışması birçok eser vermesine neden olmuştur. O, kökleri dünyanın merkezine kadar uzanan ve dalları atiyi kucaklayan ulu bir çınardır.

O bazen semada bir bulut olur yağar vadilere sağanak sağanak. O  bazen bir dağ olur bütün görkemiyle kuşatır hayatı. O bazen bir kuş olur saçar sevgi tohumlarını uzak diyarlara. O bazen Gümüşhane olur Kuşakkaya’dan seslenir gönül erenlerine. O bazen Mete olur savunur ulu düşünceleri, yüreğindeki topraklar büyüdükçe büyür ve sığmaz artık yüreklere. O bazen Kürşat olur başkaldırır haksızlığa. Ve bu kutlu davada uçmak olmak ister. O bazen Fatih olur yıkar surları bir bir, aşar çağları, akar sonsuzluğa. O bazen bir güneş olur eritir içimizdeki nefreti. O bazen bir yıldız olur aydınlatır karanlıkları. O bazen bir hilal olur yolunu kaybetmişlere gösterir mana âlemini. O bazen ay yıldızlı al bayrak olur dalgalanır tüm burçlarında vatanımın. O bazen bir mürekkep olur yazar içindeki güzellikleri de bitmez yüreğinden kalemine çektiği mürekkebi.  O bazen bilge olur Dedem Korkut’la söyleşir gönül kitabında. O bazen bir nehir olur akar gönül saraylarına. Ve hayat fışkırır geçtiği vadilerde. O bazen bir iyilik meleği olur nakşeder gönüllere yaratılışın sırrını.

O birçok güzelliği şahsında toplayan güzide değerlerimizden birisidir. Kelkit’in burçlarında dalgalanan bu değeri tüm ulusa ve tüm dünyaya tanıtmak bizim için bir görevdir. Yazın hayatımıza bakıldığında görülecektir ki bir çok sanatçı ancak öldükten sonra gerçek değeri anlaşılmıştır. Değerlerimize ölmeden önce hak ettiği değeri vermeliyiz.

Ali Coşkun ismi günümüzü aydınlattığı gibi gelecek çağları da delip geçecektir bir Yunus misali. Çünkü onun dili Yunus gibi arı, duru, temiz, ana sütü gibidir. Onun dili herkesi kuşatmasının yanında derin manalar da ihtiva etmektedir. Şiirleri dünyanın katmanları gibidir, isteyen istediği seviyeden nasiplenir.

Kırk ikindi yaşında Kırkikindi Yağmurları’nı yayınlayan şair, gelecekte çok daha güzel şiirler yazacak ve toplumun beğenisine sunacaktır.

Ali Coşkun’un birkaç şiirini sizlerle paylaşmak istiyorum.

 “Saklandığı yerden çıktı aşk, savruldu satır satır
  Her satır bir kılıç oldu, her şiir bir kın
  Bilirsin, yarısı sevmekse, yarısı da kavgadır
  Nazenin düşlere sakladığımız aşkın…”

“Dallar rüzgârın şarkısını söyler, ışık inmez köklere
 Şimdi artık gerçeği karanlık olan bir şehir var
 Ben sana bakarım, avuçlarımın içi göklere
 Bu hayatta beni sana çeken bambaşka bir sihir var.”

“Bildiğim bütün akış rejimlerini uygularım
 Gözlerimden içime seller akar da yine de içim dolmaz
 Köpük köpük yüzeyde değil benim duygularım
 Derinlerdedir ve derinlerde akıntı olmaz, dalga olmaz.”

“Kalbe dökülmemek korkusudur
 Her damlaya düşen her şiir
 Bildim ki her insan kabında sudur
 Ve akmamak suyun elinde değildir.”

“Söz yaşlanır mı hiç, durdukça yener asırları
 Biz çok fazla turkuaz ikindilerde yaşarız söylendikçe
 Kırgın kâğıtlarda kalır gönlümüzün sırları
 Âşıklığımız en güzel belge, durma şiirler söyle…”

“Çırpınışlar boş, akşamsa dağlar ardına gitmektedir gün
 Ah yine seyir defterime eylemsiz yazdım güneşi ben
 Şiirler söyleyip düşle gerçek arası bu dünyada bir gün
 Durmaz sende gidersin de Hirik kalır Ali Coşkun…”

“Zamanın hafızasında tutulup okunmaya değer
 Bu yazdığım her şiir, her yazı, her satır
 Bir akşam kuytularda sayıklayıp ölürsem eğer
 Sanmayın ki kırkikindi yağmurları beni anlatır…”

Şair yazmadığı gün öldüğü gündür. Ve her yazı bağlar hayata şairi. Ali Coşkun hayatını şiir güzelliğinde yaşayan ve şiir güzelliğinde ölmek isteyen bir şair.

Ali Coşkun’u tebrik eder, hayatında başarılar dilerim…

19 Mayıs 2013 Pazar

Sen Gidince

Sen gidince güller kurudu dalında. Ve dikenleri kanattı bütün ümitlerimizi. Sen yoksun diye artık eskisi gibi kokmuyorlar. Güller boynu bükük bir halde efendilerine kavuşmanın özlemini çekiyorlar.

Sen gidince bulutlar ağladı ardından biteviye. Yıldızlar ışığını yitirdi sen yoksun diye. Sen aydınlatmayınca dünyayı ay da ışığını kesti bizden. Bizi kör kuyularda bıraktılar ışıksız. Güneş de gülen yüzünü bizden esirger oldu. İçimizi ısıtacak, gönül dünyamızı aydınlatacak hiçbir şey kalmadı hayatımızda. Sensizlik bir yara oldu içimizde. Günden güne kanamakta ve acıtmaktadır içimizi.

Sen gidince yetim kaldı insanlık. Sensizliğin girdabında boğuşuyor devlere karşı bir avuç ümit. O ümit ki yeşerecektir belki de bir gün yeni dünyanın burçlarında. Belki de vuracaktır mührünü kâinata ilâ-nihâye.

Sen gidince kalmadı ne dirlik ne de birlik. Bin bir parçaya ayırdılar ve sonsuz bir sahraya saldılar bizi. Ne güneşten çatlamış dudaklarımıza bir su verenimiz var ne de kızgın kumlarda çatlamış ayaklarımıza merhem sürenimiz.

Sen gidince kurudu içimizin nehirleri. Yarıldı vadilerimiz şerha şerha. Sana gönderdiğimiz dualarımız yelkenimizde asılı kaldı. Sana çıkan bütün yollarımız kayboldu. Ve kaybettik kendimizi senin yolunda.

Sen gidince sarıldık sımsıkı emanetine. Sen olmasan da emanetin bizim yolumuzu aydınlattı. Ve bize yol oldu. Ey sevgili! Derdimizin dermanı sende, sen bir baksan tüm âlem aydınlanacak, sen bir gülsen her şey anlam bulacak, sen bir şefaat etsen tüm rahmet kapıları açılacak ve tüm insanlık seninle kurtulacak…

27 Nisan 2013 Cumartesi

Dokuz Değer

            Bin yıldan beri şehit kanlarıyla suladığımız son vatan toprağımız Anadolu “Türk Vatanı”dır. İstiklâl şairimiz Mehmet Âkif Ersoy  İstiklâl Marşı’nda:
“Cânı, cânânı, bütün vârımı alsın da Hüdâ,
 Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.” diye Yüce Mevla’ya seslenerek her şeyi almasını, ancak vatanını elinden almamasını istemiştir. Çünkü vatan elden gidince cân da gider cânân da…

Türk vatanında yaşayan ortak yaşama ülküsüne sahip, kader biriliği olan insanlar ise “Türk Milleti”dir. Mustafa Kemal Atatürk bir sözünde “ Daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk Milleti’nin karakteri yüksektir. Türk Milleti çalışkandır, Türk Milleti zekidir. Çünkü Türk Milleti millî birlik ve beraberlikte güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk Milleti’nin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir.” Bizim de millet olarak bütün eylemlerimizi ilmin ışığında yapmamız gerekmektedir.

Türk vatanının bütün burçlarında dalgalanan ay yıldızlı al bayrak “Türk Bayrağı”dır. O bayrak ki hilâli İslamiyeti, yıldızı ise peygamberimiz Hz.Muhammed’i simgelemektedir. Rengini ise şehit kanlarından almaktadır. Böyle onurlu bir bayrağı hangi güç indirebilir bu âlemde. O bayrak bağımsızlığımız simgesi, namusumuzun bekçisidir.

Türk bayrağının dalgalandığı her yerde ses bayrağımız “Türk Dili”dir. Atalarımız Türk Dili’ni asırlar boyu koruyarak bu günlere taşımasını bilmişlerdir. Bize düşen görev o ses bayrağını alıp daha yükseklere çıkarmaktır. Türkülerimize nakış nakış işlediğimiz dil Türkçe’dir. Nihad Sami Banarlı “Bizim dilimiz, bir imparatorluk dilidir. Her dil imparatorluk dili olamaz. Çünkü her millet imparatorluk kuramaz.” diyerek Türkçe’nin gerçek gücünü ortaya koymuştur.

Bilge Kağan yazıtında yer alan ve yazıtların en ünlü kısmı şöyledir:
 « Türk Oğuz Beyleri, işitin! Üstte gök çökmedikçe, altta yer denizi delinmedikçe, ilini töreni kim bozabilir? Ey Türk ulusu! Kendine dön. Seni yükseltmiş Bilge Kağanı'na, özgür ve bağımsız ülkene karşı hata ettin, kötü duruma düşürdün.Ulusun adı, sanı yok olmasın diye, Türk ulusu için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kardeşim Kül Tigin ve iki Şad ile ölesiye, bitesiye çalıştım... »  Bilge Kağan’ın yazıtında belirtilen töre “Türk Töresi”dir. Bu töre hiçbir zaman bozulmayacaktır. Bozmaya çalışanlar ise karşılarında Büyük Türk Milleti’ni bulacaklardır.

“Türk Tarihi”ni bazı tarihçiler Türkiye Cumhuriyet ile, bazıları Osmanlı Devleti ile, bazıları ise Büyük Selçuklu Devleti ile başlatırlar. Ancak biz Türk Tarihinin en az  beş bin yıl öncesinden başlatılması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü geçmiş geleceğin aynasıdır. Bu aynada Türk Milletini utandıracak hiçbir olay yoktur. Biz meydanlarda tarih yazmışız ancak masa başında bu tarihi kaybetmişiz. Mazidekileri iyi bilmek, iyi anlamak, iyi yorumlamak, iyi analiz etmek, iyi sentez kurarak geleceği stratejik bir plan doğrultusunda kurgulamak gerekmektedir.

“Türk Kültürü” maddi ve manevi tüm unsurları içermektedir. Camiler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, köprüler, dağlar, ovalar, akarsular, yollar, yer altı zenginliklerimiz maddi kaynaklarımızdır. Dil, din, ırk, töre, âdetler, gelenekler, görenekler, kader birliği, aidiyet duygusu, kimlik şuuruna sahip olma, birlikte yaşama ülküsü manevi unsurlardır. Bizim için bu unsurların tümü biricik ve tektir.

“Türk Ailesi” sosyal hayatımızın temelidir. O temeli sarsacak tüm fikirlere, eylemlere karşı toplum olarak ortak tavır geliştirmeliyiz. Çünkü aile bozulursa toplumda bozulur. Ve tüm değerlerimiz alt üst olur. İstatistiklere bakıldığında görülecektir ki her yıl boşanma oranı artmaktadır. TUİK’in verilerine göre Türkiye’de 2002’de 95323 kişi, 2011’de 120117 kişi boşanmıştır. Demek ki günden güne aile bağları zayıflamaktadır. Babasını tanımayan çocuk ya da çocuğunu tanımayan baba varsa bu toplumda demek ki iş ciddi boyutlarda. Tehlike kapıda değil evin içine girmiş durumda. Aileyi sosyal, kültürel ve ekonomik yönden güçlü kılacak projeleri ivedilikle hayata geçirmeliyiz.

“İslam Dini” değerlerimizin en kutsalı, en dokunulmazıdır. O olmadan yaşamımızın bir anlamı da olmaz. İki cihan güneşi, güllerin efendisi Peygamberimiz Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v.)  bu kutlu davanın önderidir. Onun yolundan gitmek her Müslüman için bir görevdir. Üstat Necip fazıl Kısakürek Peygamber adlı şiirinde:
“Sen, fikir kadar güzel;
 Ve tek, birden daha tek!
 Itrını süzmüş ezel;
 Bal sensin, varlık petek...
 Sensin ölüme hisar;
 Bâkisi hep inkisar..
 Sar bizi, çepçevre sar,
 Rahmet rüzgârı etek!..” diyerek peygamberimizi âlemlere rahmet olarak gönderildiğini ifade etmiştir.

Gerçek tarih okunduğu zaman görülecektir ki bir millet kendi değerleriyle barışıksa çok güçlü olmuş ve hiçbir güç ondan bir zerre bile koparamamıştır. Milletin değerleri târumar edilmişse o milleti de hiçbir güç ayakta tutamamıştır…

3 Mart 2013 Pazar

Geriye Ne Kalır?
Her insanın farklı önceliği vardır dünyada. Kimine göre para-pul, kimine göre mal-mülk, kimine göre şan-şöhret, kimine göre makam-mevki, kimine göre iltifat-takdir, kimine göre çoluk-çocuk, kimine göre hırs-kibir, kimine göre güzellik-güç, kimine göre beğenilme-önde görünme iştiyakı, kimine göre zevk-lezzet önemlidir. Sizin için değerli gördüğünüz şeyleri hayatınızdan çıkarın geriye ne kalır?
Eğer para-pul peşinde koşuyorsanız ömrünüz hep daha fazla kazanmak düşüncesiyle geçecektir. Parayı araç olmaktan çıkarıp amaç haline getirenlerin bir gün uçuruma sürükleneceklerini bilmelidirler. Bunların yıllarca biriktirdiklerini elinden alın geriye ne kalır?
Dünyada mal-mülk sahibi olmak için olmadık işlere başvuranlar yolun sonuna geldiklerinde gerçeği anlayabilmişler midir? Ya da bu insanları görüp ders almakta mıyız?  Hiç sanmıyorum. Ders alabilseydik zaten zenginlik peşinde koşup bütün değerlerimizi alt üst etmezdik. Sultan Süleyman’a kalmayan dünyanın sana kalacağını mı zannediyorsun? Ömrünüzü verip yaptığınız köşkleriniz-saraylarınız size kaldı mı? Servetiniz elinizden alındığında geriye ne kalır?
Bazıları şan ve şöhret uğruna onurlarını ayaklar altına alabilmektedirler. Ama bilinmelidir ki insanlar sizin gösterişli, albenili yaşamınıza ilgi göstermektedir. Şöhret elinizden gidince elinizde onurunuz dahi kalmayacaktır. Çünkü siz şöhret uğruna onurunuzu da harcadınız. Şöhretleri elinden kayınca sokaklarda sersefil dolaşan insan sayısı az değil. Demek ki insanlar bir yerde yanlış yapıyorlar. Şöhretiniz elinizden gidince geriye ne kalır?
Dünya tarihine bakıldığında görülecektir ki bütün sıkıntıların kaynağı iktidar mücadelesidir. İktidar uğruna nice entrikalar çevrilmiş, yalan ve hilelere başvurulmuş, aldatmanın bin bir türlüsü yaşanmış, iktidar uğruna babası oğlunu, oğlu babasını, kardeş kardeşi gözünü kırpmadan öldürmüş ya da öldürtmüştür. Bu nasıl bir hastalıktır ki dünyada en değerli varlığınızın kanına girebiliyorsunuz. Bu nasıl akıl tutulmasıdır ki bütün değerlerinizi tarumar edebiliyorsunuz. Geçmişte makam ve mevki peşinde koşanlar olduğu gibi günümüzde de bu uğurda malını, canını, bütün değerlerini harcayan insanlara rastlamaktayız. Makam ve mevki için dilini, dinini, örfünü, töresini, âdetlerini, geleneklerini, göreneklerini, ülküsünü, vatanını, bayrağını, namusunu, şerefini, haysiyetini, onurunu satan insanları görmek insana sadece acı veriyor. Yaratılmışların en şereflisi olan insan neden bu kadar alçalabiliyor? Neden bütün değerlerini ayaklar altına alabiliyor? Bizim insana bakışımızda mı yanlışlık var acaba? O zaman biz insanları nasıl değerlendirmeliyiz? Biz, insanların ancak iyi, güzel işler peşinde koşanlarına değer vereceğiz. Kötü ve çirkin işleri kovalayanlarına ise asla değer vermeyeceğiz. Bu insanların ellerinden makam ve mevkilerini alın geriye ne kalır?
İnsanın doğasında vardır takdir edilme isteği. Ancak ne yazık ki insanoğlu övgüde ve yergide aşırıya kaçmakta, övdüğünü göklere çıkarmakta, yerdiğini ise yerin dibine batırmaktadır. Bu hastalıklı bakış insanlarımızın oldukları gibi görünmesini engellemekte ve birtakım maskelerin arkasına sığınarak insanlara görünmektedirler. Çünkü gerçek yüzünü insanlara gösterdiği zaman ölçüsüzce eleştirileceğini düşündüğü için gerçek her zaman saklanmaktadır. Siz iyi ve güzel olanı yapıyorsanız birilerinin iltifatına ihtiyacınız yoktur. Yaptığınız bir iyiliğin karşılığını insanlardan beklemeyiniz. Bugün sizi iyilik meleği olarak görenler yarın yerin dibine batırabilirler. Öyleyse iltifat ve takdir sahibi yaratandır. Bir şey beklenilecekse ondan beklenmelidir. İltifatları ve takdirleri üzerlerinden alınız geriye ne kalır?
Dünyanın süsü çocuklardır. Onlarsız bir hayat elbette ki anlamsızdır. Gücünü ailesinin, akrabalarının, kavminin çokluğuna güvenerek diğer kavimlere haksızlık yapanlar hüsrandadır. Siz ne kadar kalabalık olursanız olun her zaman hak galip gelecektir. O çok güvendiğiniz çocukları ellerinden alınız geriye ne kalır?
İnsanların çoğu hırs deryasında kibir gemileriyle yüzmektedirler. Onlar bitmez tükenmez bilmeyen bir hırsla dünyaya sarılırlar ve biriktirdikleriyle övünürler ve daha çok hırslanarak daha çok biriktirmek için durmadan çalışırlar. Daha da sınır yoktur onlar için. Bulundukları durumlarına bakarak diğer insanları aşağılarlar ve kibirden gözleri hiçbir şeyi göremezler. Onların hırs ve kibirlerini ellerinden alınız geriye ne kalır?
Bazı insanlar güzelliklerine, bazıları ise güçlerine güvenerek insanları aşağılarlar. Allah’ın size verdiği güzellik de, güç de geçicidir. Zamanında güzel, güçlü insanların bir hastalık başlarına geçtikleri zaman ne hale geldiklerini görmekteyiz. Öyleyse güzelliklerini, güçlerini ellerinden alınız geriye ne kalır?
İnsanlar neden birilerinin beğenisini kazanma arzusu taşımaktadırlar? Neden hep önde görünme iştiyakı hissederler? Birilerinin beğenisini kazanmak bizi ne daha bilgili ne de daha onurlu yapar. Toplumda önde görünmek ne bizi alçaltır ne de yüceltir. İnsanların beğenisini ve önde görünme iştiyakını alınız geriye ne kalır?
Dünyada zevk ve sefa içinde yaşayanlar aç ve yoksulların sırtlarına binerek kendi mutluluklarını tesis etmektedirler. Bin bir çeşit lezzeti tatmakta ve varlık içinde yüzmektedirler. Dünyadaki adaletsizliğin temelinde nimetin eşit şekilde paylaşılmayışı vardır. Dünyanın üçte birine sahip olanlar üçte iki çoğunluğun kaynaklarını sömürmektedirler. Refah ve mutluluklarını bu halkları sömürmeye borçludurlar. Bu insanların ellerinden zevk ve lezzetleri alınız geriye ne kalır?
Kendi egosunu her şeyin üstünde gören insanoğlu uçuruma sürüklenmektedir. Biriktirdikleri onu bataklığa saplayacak ve orada kaybolacaktır. Değerlerin tarumar olduğu günümüzde iyiyi, güzeli, doğruyu, gerçeği hatırlatacak insanların sayısı azalmaktadır. Kötülükler ve çirkinlikler o kadar fazlalaştı ki iyi olanı mumla arar olduk. Biz hiçbir sınıf ve zümrenin safında değiliz. Biz ancak ve ancak iyinin, güzelin, doğrunun ve gerçeğin safındayız. İyiyi, güzeli, doğruyu ve gerçeği çıkarın geriye ne kalır?

3 Ocak 2013 Perşembe


Sessiz Olun! Filistin Ölüyor

“Ey mağrur Kudüs’ün çocuğu!
 Onu İslam’la aydınlat!
 Onu Kur’an’ın nuruyla aydınlat!
 Her ülkede dost edin,
 İntifada ile.. intifada ile..”(Mahmut Derviş)
Sessiz Olun! Filistinli Bir Çocuk Ölüyor
Masum bir çocuk sokakta dünyadan habersiz.  Olmuşu ya da olacakları bilmeden, anlamadan öylece duruyor  kan ve vahşetin kol gezdiği sokakta.  Elinde oyuncak olarak mermilerden başka bir şeyi de yok.  Yalnız hayalleri semada uçuşurken bir akbabanın rüzgarı o hayalleri  de alıp götürüyor uzak diyarlara.  Var ya da yok… Göreceli bir kavram.  Bir varsın bir yoksun bu kan kokan topraklarda. Tarihin imbiğinden süzülerek gelen ruh alıp götürüyor çocuğu kutsal diyarlara. O ruh ki fethediyor tüm âlemleri. Fethediyor da gözünü açtığında görüyor sırtlanların kanlı dişlerini boğazında.  Ey özgür dünyanın çocukları!  Bu zulüm  ve işkencelere daha ne kadar sessiz kalacaksınız. Daha ne kadar çocuk kalbimin yaralanmasına seyirci olacaksınız. Daha ne kadar vicdanınızın sesini dinlemeyeceksiniz. Ben sizin kalbinizim, ben sizin vicdanınızım. Bu vahşeti ancak siz durdurabilirsiniz. Ben Filistinli çocuk duygularımı anlayabiliyor musunuz?  Kendinizi benim yerime koyabiliyor musunuz? Siz sıcak yuvanızda mutlu yaşarken ben başıma hangi bombanın düşeceğini bilmeden habersizce yaşamaktayım.  Ama bu benim kaderim değil.  Bu  makus talihimizi ancak birlikte değiştirebiliriz özgür dünyanın mutlu çocukları. Filistinli bir çocuk ölür,  tüm çocuklar ölür. Seyirci kalmayın çocuklar. Seyirci kalmayın ki ölmesin çocuklar.
Sessiz Olun! Filistinli Bir Ana Ölüyor
Acımasız ve vahşi bir yaşamdan kendini korumak için yaptığı evinde sessizce duruyor bir ana. Yavrularını kollarının arasına almış çakallara yem olmalarını engellemek için. Ama insan canını koruyamıyor kendi yuvasın da bile. Birazdan bir çakal alacak analarını. Ve yavruların gözleri önünde kanlı dişlerini geçirecek masum bir ananının sırtına. Filistinli bir ana ölür, tüm analar ölür. Uyanın analar, uyanın ki ölmesin analar.
Sessiz Olun! Filistinli Bir Baba Ölüyor
Sanki dünyanın tüm yükü, tüm kederi onların omuzlarında. Toprakları için, dinleri için, namusları için siper ettiler düşmana göğüslerini.  O gözler ki, yavrusunun parçalanmış bedenini taşıdı musalla taşına, o gözler ki, yârinin cansız bedenini onuruyla gönderdi sonsuz yolculuğa, o gözler ki her gün bir sevdiğini kaybetti. Yüreğinde iman güneşi hiçbir zaman sönmedi.  Ve o iman sayesinde katlandı onca acıya onca zulme. Vatanını düşündüğü kadar düşünmedi kendini. Çünkü vatan özgürlük demekti, vatan hürriyet demekti. Özgürlüğün ve hürriyetin olmadığı yerde zulmüm bin bir çeşidinin olacağını yaşayarak öğrendi. Ve şehit oldu özgürlük uğruna, hürriyet uğruna. Filistinli bir baba ölür, tüm babalar ölür. Yetişin babalar. Yetişin ki ölmesin babalar.
Sessiz Olun! Tüm Müslümanlar Ölüyor
Tarih boyu ordan oraya sürülen Yahudiler Filistin topraklarına yerleşip bu toprakların gerçek sahiplerini yurtlarından etmektedirler.  Her gün bir yerleşim yeri açarak zorla baskıyla yurt edineceklerini zannetmektedir. Yahudiler Arazi-i Mukaddese ve Filistin'de bir vatan-ı kavmî istekleri için II. Abdulhamit’e yüz elli milyon altın teklif ettikleri zaman II. Abdulahmit:  'Değil yüz elli milyon İngiliz lirası, dünya dolusu altın verseniz bu tekliflerinizi katiyen kabul etmem!  Ben otuz seneden fazla bir müddetle Millet-i  İslâmiye'ye ve Ümmet-i Muhammediye'ye hizmet ettim.  Bütün Müslümanların ve salatin ve Hulefa-i  İslâmiyeden aba ve ecdadımın sahifelerini karartmam ve binaenaleyh bu tekliflerinizi mutlaka kabul etmem' diyerek tarihe altın harflerle yazılacak bir söz söylemiştir.(1)  Filistin Müslümanların yaşadıkları toprakların ortasında, kalbinde.  Filistin günden güne kan kaybetmekte. Filistin’de yaşanan drama Müslümanlar seyirci kalmaktadırlar. Zulme sessiz kalmak o zulmü onaylamaktır. Allah Resûlü (s.a.s.) “Bir kötülüğü gördüğünüz zaman onu elinizle düzeltin. Şayet buna güç yetiremiyorsanız dilinizle düzeltin. Şayet buna da gücünüz yetmiyorsa kalben buğz edin. Bu ise imanın en zayıf noktasıdır.” buyurmaktadır.(2) Öyleyse Filistinli Müslümanların ölmesine seyirci kalınmamalıdır. Dua tüm kapıların anahtarı, umulur ki dualarınız Allah (c.c) tarafından kabul olur da zalim kahrolur. Filistinli bir Müslüman ölür, tüm Müslümanlar ölür.  Dua edin Müslümanlar, dua edin ki ölmesin Müslümanlar.
Sessiz Olun! Tüm İnsanlar Ölüyor
                Dünya tarihine bakıldığında görülecektir ki bu topraklarda hiçbir zaman savaş eksik olmamıştır.  Kan ve gözyaşının yoğurduğu bu topraklarda ne zaman insanlar özgürce dolaşabilecek ve mutlu bir şekilde yaşayacaklardır. Filistin insanlığın ortak ayıbıdır.  Bu ayıptan kurtulmak için dünya ortak hareket etmelidir.  Çünkü  Filistinliye yapılan zulüm sadece Müslümanlara değil tüm insanlığa yapılmıştır.  Bir Filistinli ölür, tüm insanlar ölür. Yardım edin insanlar, yardım edin ki ölmesin insanlar.

Kaynaklar:
  1. http://www.milligazete.com.tr/haber/II_Abdulhamidin_seyhine_yazdigi_Filistin_mektubu/267431
  2. http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/evdeki-tehlike