Gümüşhane, Bayburt ve Kelkit’in Kurtuluşu Üzerine
“Karlar kefen olmuştu, karlar mezar toprağı,
Kan kusturdu Moskof’a tam altı ay Kopdağı…” (Osman Nuri SEZER)
Kan kusturdu Moskof’a tam altı ay Kopdağı…” (Osman Nuri SEZER)
Ruslar, 16 Temmuz 1916’da Bayburt’u, 19 Temmuz 1916’da Gümüşhane’yi, 22 Temmuz 1916’da Kelkit’i işgal etmiştir. Kanlı savaşların yaşandığı Kopdağı engelini aşan Ruslar Bayburt’un düşüşüne sevinerek şenlikler yapmışlar, ciddi direnişle karşılaşmadan Gümüşhane ve Kelkit’i ele geçirmeyi başarmışlardır. Ancak Rus askeri Kürtün ve Şiran’ı işgal edememiştir.
Rus işgaliyle birlikte birçok aile Sivas, Tokat, Çorum civarlarına göç etmiş, göç esnasında hastalıktan, açlıktan dolayı birçok insanımız ölmüştür. Geride kalanlar ise hiç unutamayacakları cehennem azabı yaşamışlardır.
Tarihin tozlu sayfalarını silerek tarihi gerçekleri bugünkü nesle aktarmak her vatandaşın asli görevi olmalıdır. Okuryazar olmayanlar bunu sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktarmakta ama bunlar bir zaman sonra unutulmaya yüz tutmaktadır. Öyleyse bu dönemin tarihsel, sosyolojik, psikolojik, felsefi, ekonomik ve edebi yönden araştırılması ve eserlerin yayınlanmasının önemi ortadadır. Dönem tüm gerçekliğiyle ortaya konulmalıdır.
Geçmişini bilmeyenler geleceklerine yön veremezler. Yaşanılan gerçeklerin tüm çıplaklığıyla ortaya konulması ve bu gerçekler ışığında geleceğimize yön vermemiz gerekmektedir. Ruslar 1916-18 yıllarında savaş gereği insanlarımızı öldürmüşlerdir. Ama asıl üzerinde durulması gereken içimizdeki hainlerin yaptıkları eylemlerdir. Ve bu hainlerin ifşa edilmesi tarihî bir sorumluluktur. Rus işgali sırasında bu bölgede Rum ve Ermeni aileleri yaşamaktaydı. Rus işgaliyle birlikte “Millet-i Sadıka” denilen-ben katılmıyorum- Ermeniler çeteler kurarak insanlarımıza olmadık zulümler yapmışlardır.
Bu çeteler Ruslar çekilinceye kadar gizlice örgütlenmişler ve yapacakları kanlı eylemlere eğitilerek hazırlanmışlardır. 1918 yılında Bolşevik ihtilalinin çıkmasıyla Ruslar geri çekilmeye başladıkları sırada bu çeteler Bayburt’ta insanların üzerlerinde ne varsa aldıktan sonra taş mağazalara kilitlemişlerdir. Bu mağazalarda altı oda olduğu ve her odanın yaklaşık altmış kişi aldığı söylenmektedir. Ermeniler, 3 Şubat 1918 günü buradaki insanları süngüleyerek ve baltaları kafalarına vurarak şehit ediyorlar. Hırslarını alamayan bu caniler üzerlerine gaz yağı dökerek yakıyorlar. Odaların birindekiler ellerine geçirdikleri demirle yerdeki taşları sökülerek kapının arkasına kalın bir duvar örüyorlar. Kapıyı açamayan Ermeniler kapıyı açmak için bomba kullanıyorlar. Patlamadan sonra Ermenilerle içerdekiler arasında boğuşma yaşanırken çırılçıplak ederek otele götürülen 14 kadından bazıları otelden kendini atarak şehit olmuşlardır. Bu sırada cephanelikte bir patlamanın olmasıyla Türklerin geldiklerini sanan Ermeniler kaçınca 48 kişi ve ölmüş süsü veren birkaç kişi bu olayda kurtulmuştur. Bayburt Yukarıkırzı köyünde yaşananlarsa ibret vericidir. Bir evde saklanan köyün kızları ve gelinleri ermeni karısının burayı söylemesiyle Ermeniler buraya gelmiş ve köydeki tek erkeği öldürdükten sonra eve girmişlerdir. Buradaki 18 kişi namuslarını koruyabilmek için kendilerini su kuyularına attıkları söylenir.
15 Şubat 1918’de Gümüşhane ve Torul, 17 Şubat 1918’de Kelkit, 21 Şubat 1918’de ise Bayburt düşman işgalinden kurtarılmıştır. Vehip Paşa, Fevzi Paşa, Osman Paşa gibi komutanlar kahramanca mücadele etmişler ve bu bölgenin kurtuluşunda ciddi katkıları olmuştur. Bu nedenle onları hayırla anmak ve tüm şehitlerimiz için bir fatiha okumak boynumuzun borcudur.
Dışardan gelecek hiçbir saldırı milletimizi yok edemez. Ama içerden gelecek saldırılar ciddi yaralar açabilir. Osmanlı Devleti zamanında bolluk ve refah içinde yaşayıp ticaretle uğraşan Ermeniler savaş zamanında Türkleri içlerinden vurmuşlardır. Bu olaylardan geleceğimizin teminatı gençlerimizin haberdar olması ve bu bilinçle yetiştirilmesi gerekmektedir. Yarın bu gençler ülke yönetiminde yer alacaklar, ülke adına karar vereceklerdir. Öyleyse yarınlarımız bizim elimizdedir. Fırsatımız varken onları en iyi şekilde eğitmeliyiz.
“Ya İstiklâl, Ya Ölüm!” parolasıyla kendine gelen Türk milleti istiklâl uğruna, bağımsızlık uğruna, özgürlük uğruna, bayrak uğruna, ezan uğruna, namus uğruna canını seve seve feda etmiştir. Onlar olmasaydı bugün bu topraklarda ya yaşamıyor olacaktık ya da esaret altında yaşayacaktık. Esaret Türk için ölümden beterdir. Hiçbir Türk bir başka milletin boyunduruğu altında yaşamak istemez. Çünkü bağımsızlık Türk’ün genlerinde saklıdır.
Ne Rus’un ne Ermeni’nin ne de Rum’un bu topraklardaki emelleri değişebilir. Rusların “Panslavizm İdeolojisi”, Ermenilerin “Büyük Ermenistan” hayali, Rumların “Pontus Rum Devleti” emeli her zaman olacaktır. Rusların düşüncelerini anlamak için Panslavizm ne olduğuna bakmak yeterlidir. İdeolojinin özünde “Ayasofya’nın tepesine haç asmak” vardır. Bu toprakların tarihi kanla yazıldı ve bu topraklar ancak kanla kaybedilir. Biz bu ilke için canımızı verdik ve vermeye de devam etmekteyiz. Ortak yaşama ülküsü olduğu sürece hiçbir gücün bizden toprak alma şansı yoktur. Yeter ki bir olalım, birlik olalım…
Asıl sorulması gereken soru bunlar bu düşüncelere sahipken biz ne yapıyoruz? Geleceğimizi neyin üzerine bina ediyoruz? Yarın karşılaşabileceğimiz sorunlar için ne gibi tedbirler alıyoruz?
Devlet ve millet topyekûn milli bir kurtuluş reçetesi hazırlayıp onu uygulamalıdır. Uzun vadeli stratejik planlar yapılmalı, Türkiye’nin elli yılı, yüz yılı planlanmalıdır. Türkiye gücünü özünde aramalıdır. Özüne dönmelidir. Ama içteki hainleri de kollamalıdır ve bir daha böyle bir yanlışa düşmemek için Necip Fazıl Kısakürek’in deyimiyle “Ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin” bir nesil yetiştirmek zorundadır.
Kaynak: SAN, Özcan Sabri, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1993
Kuşakkaya Gazetesinde Yayınlandığı Tarih: 23 Şubat 2011 Çarşamba
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder